Özellikle gurbette yaşayanlar veya benim gibi Türkiye’ye dönenler için ülkesi ile bağ kurmak çok daha önemli.
Hepimizin içindeki özlem, ait olma duygusu, memlekete gelmek için nasıl fedakârlıklar yaptığımız, seçtiğimiz bavulun sağlamlığı, aldığımız hediyelerin herkesi memnun edip etmeyeceğinin telaşı… Bunu bizden başkası anlayamaz.
Ait olmak duygusu nedir? En temel tutunma isteği.
En basit hâliyle siyasi bir partiye, futbol takımına, derneğe, camiye ait oluruz ki kendimiz gibi olan insanlarla birlikte olmanın tadını yaşayalım.
Avrupa’da kaç kişinin yaşadığı yere kendisini ait hissettiğini bilmiyorum.
Bunun için en önemli şey ne?
Dil mi?
Evet, dil önemli unsur, kendini ifade edebilmek için önemli ama her şey değil.
Burada yerleşen ve bize kliniğe gelen Alman hastalara bazen soruyorum: “Kaç yıldır burada yaşıyorsunuz?” Bazıları 26 diyor bazıları 16 veya benzer bir rakam hatta bazıları burada bir Türk’le beraber yaşıyor.
Onlara "Türkçe biliyor musunuz?" diye soruyorum. Onlar "Hayır, ben bilmiyorum.”, "Ben çok az biliyorum.”, “Ben bilmiyorum, gerek yok, herkes Almanca biliyor.” yanıtı veriyor veya direkt Almanca konuşuyor.
Genel olarak Alman hastalarda “Ben sizi anlamak zorunda değilim, siz beni anlamak zorundasınız.” yaklaşımı var.
Biz de zaten gönüllüyüz. Bir kelime Türkçe konuşsa gerisini yorulmasın diye biz getiriveriyoruz.
Diyelim ki dışarıda birilerine bir şey soruyorlar.
Adam dil bilmese de parçalıyor kendini anlamak ve anlatmak için. Anlamıyorsa birilerini çağırıyor, "Ne istiyor? Ne soruyor?” diye soruyor. “Yardım edelim." diyor. Deli divane olunuyor, insan aranıyor etrafta hele o satıcıların hâli tam bir trajikomik.
Bizim ülkemiz misafirperver. Gönlümüzün ve ülkemizin kapısı herkese açık. Yabancılar, ellerini kollarını sallayarak bir bilet alıp geliyorlar, ev kiralıyorlar, ev satın alıyorlar.
Para, güç demek.
Dillerinden hiç taviz vermiyorlar. Beni duyan da tutucu bir insan sanacak ama inanın öyle değilim, valla değilim.
EŞİT BİR YAŞAMDAN YANAYIM
Ben ülkemin, değerlerimizin, insanımızın hak ettiğini düşündüğüm eşit bir yaşamdan yanayım.
Yalnızca haksızlığa karşıyım.
Hadi bizden biri "Ya şu Almanya’yı bir göreyim de geleyim." dese!
Parası çok olan için belki daha kolay ama ben normal yurdum insanından bahsediyorum.
Pasaportun da tamam. Orada seni ağırlayacak insanlar da mevcut veya otel de ayarladın, diyelim.
Dur daha! Nereye gidiyorsun?
Yok öyle "Bir bakıp çıkacaktım.” demek. Disko mu burası?
Vize için hem maddi hem manevi bir uğraş var.
Seni uzun bir bekleyişten sonra hevesini kursağında bırakacak hayır, cevabını alıyorsun, nedenlerini bulmaya çalışıyorsun. Muhatabın olmadığı için kendi kendine "Ben kriminal miyim? Ne oldu?” diye soruyorsun. “Bir görüp gelecektim." diyorsun.
Gönülleri olup "Hadi yine iyisin!" deyip vize veriyorlar ya. Sanki dünyanın kilidini bağışlıyorlar. Altı üstü bir Almanya gezisi hele kendi verdikleri vizeyi havalimanında bir sana, bir pasaportuna bakarak incelemiyorlar mı ne yapacağını şaşırıyorsun,
“Sevimli mi olayım, sert mi durayım, iki kelime Almanca mı, İngilizce mi konuşayım?” diye soruyorsun kendi kendine.
"Valla bir şey yapmayacağım, gezmeye geldim, sizin gibi insanım." demek istiyorsunuz ama bildiğiniz dilleri unutuyorsunuz.
“Ne kadar kalacaksın?”, “Kime geldin?” sorularını sormazlarsa oh, yırttınız! Bavul kontrolu yapılmazsa tabii.
Öyle “Ev tutayım, ev alayım, hemen iş bulayım, ikamet edeyim.” derseniz durumunuz deveye hendek atlatmaktan zor.
Gıdım gıdım, süründürerek, bıktırarak, insanın onurunu, gururunu inciterek veriyorlar izinlerini.
Yani demem o ki artık bu değişmeli. Onlar ne kadar hakka sahipse benim insanım da o hakka sahip olmalı.
Öyle ya bizim neyimiz eksik? a