Çaresizlikle izliyordum, elimden hiçbir şey gelmiyordu artık.
Ben çaresizliğin sessizliğine gömülmüş, o ise acılarla haşır neşir olmuş bir hâlde hasta yatağında ölümünü bekliyordu.
Konuşmak mümkün değildi. Bilinci yerinde olsa da ara sıra sanki bu dünyada değildi.
Bedeninin, o haşmetli bedeninin yerinden yeller esiyordu.
Tedaviden dolayı kesmeye kıyamadığı saçları tamamen dökülmüştü.
Geri kalanları da kısacık kesmek zorunda kalmıştık.
Çok kilolu olmasa da heybetli bir vücut yapısı vardı.
Yine tedaviden dolayı çok kilo vermişti.
Karşımda hasta yatağında yatan, sanki 13 yaşlarında çelimsiz bir oğlan çocuğuydu.
DERİNDİ BAKIŞLARI
Masumca sokuldu bana gücünü toplayarak.
Elimi tuttu, kemikleri belirginleşmiş, tırnakları tuhaf bir renk almıştı.
Hafifçe başını bana çevirip “İyi ki varsın.” dedi.
“İyi ki sen de varsın.” dedim.
Uzun uzun baktı bana, sevgi ve minnet doluydu gözleri.
Öyle derindi ki bakışları.
Acaba neler anlatmak istiyordu da anlatamıyordu?
Yine başını çevirip bakışlarını kaçırdı.
Gözyaşlarını bana göstermeden sildi, tekrar bana bakarak
“Biliyor musun?” diye sordu ve sürdürdü konuşmasını:
“Aslında ben hep senin gibi cesur olmak istedim.
Senin hayatta verdiğin tek kişilik mücadeleni uzaktan imrenerek izledim.
Hayatta bir kez olsun senin gibi karar verebilmek isterdim. Kimseden korkmadan, kimsenin hatırına yenilmeden. El âlemi düşünmeden. Sadece kendimi düşünerek hareket etmek isterdim. Yapmadığım, denemediğim için çok pişmanım.”
AH BE KADIN!
“Ah be kadın! Ne çok hırpaladın kendini!
Bedelini sen, sağlığınla canınla öderken kimse senin hırpalandığını bile fark etmedi.
Ah be kadın, ne çok hırpaladın kendini!” diyemedim.
İstemediğin ama bir türlü kurtulamadığın hayatla cebelleşmekle kendini boş işlerle avutmakla geçti ömrün. Ah be kadın!” diyemedim.