Kalemimden kâğıda dökülecek daha söylenmemiş kelimelerim, peşi sıra dizilerek yazılacak cümlelerim birikmiş yine.
Hayata dair yazılmayı bekleyen heybemdeki iyi kötü birikmişliklerim.
Epeydir vakit bulamamıştım yazmaya. Malum, hayat koşturmacası.
İşler yoğun, sorumluluklar bindiği omuzdan inmiyor, düşünceler bazen rüzgâra yenik düşüp, dağılıp gidiyor bazen de kara bulutlar gibi toplanıp çöküyor üzerime.
Aslında ben biraz da köşeme çekilip kuytu bir köşede dinlenmek istedim.
Yorulan zihnim dinlenirken etrafı da gözlemlemeden edemedim.
Tabii ki gözlemlerken ve sonrasında gördüklerimi, yaşanmışlıklarımı kendimce yorumlarken hakkaniyet terazisinin dengesine her zamanki gibi dikkat ettim.
Düşündüm de bu dünyada yaş kaç olursa olsun ne çok şey var elde etmek istediğimiz. Uğruna her türlü savaşı göze aldığımız.
Bebekler bile emeklerken bir şeye odaklanıp ona doğru çaba harcıyor.
Yaş ilerledikçe istekler değişiyor, hedefler yükseliyor, onlara ulaşmak zorlaşıyor.
Zaman zaman ulaşmak imkânsız oluyor.
Diyelim ki ulaşmak istediğiniz her şeyi elde ettiniz. Sonra ne olacak?
Günü gelince o elde ettiğin her şeyi bırakıp gideceksin.
Asıl soru da şu: Giderken yanında ne götüreceksin?
Hiçbir şey götüremeyeceksin.
Ne evini ne arabanı ne de o özenle seçtiğin kıymetli takılarını, kıyafetlerini ayakkabılarını, çantalarını.
Her şeyi geride bırakıp gideceksin.
Giderken bedenini bile toprağa emanet edeceksin.
Bıraktıkların ne kadar değerli olursa olsun birileri tarafından beğenilmeyip ucuz fiyatına elden çıkarılacak.
Biriktirdiğin ne varsa bitmeye, eskimeye mahkûm kalacak.
Çok güzel bir yazı okumuştum, manası derin, içinde anlamlı mesajlar barındıran.
Yazı şöyleydi: “Gittiğiniz her yerde, kaldığınız her ortamda, yürek izleriniz kalsın, ayak izleriniz değil.”
Yazıda kelimeler ne güzel gelmiş bir araya, ne güzel bir anlam yüklemiş sırtına harf harf, noktasıyla virgülüyle de!
“Sen karşılık beklemeden yaptığın iyilikleri saf ve temiz sevgin ile harmanladığın zaman bıraktıklarında değil, güzelliklerinle anılırsın ancak.” der gibi.
Elbette hayatta her şey, her zaman güzelliklerle dolu olmuyor, bazen doğru bildiğin ne varsa onun aslında eğriliğini keşfetmek durumunda kalıyorsun.
Şaşkınlıkla bazen kırgınlıkla anlamaya çalışıyorsun neden yanıldığını.
Önceleri garibine gidebilir, belki kısa bir hayal kırıklığından sonra gülüp geçersin.
Belki de sinirden katıla katıla gülersin, size de oluyor mu böyle?
“Nasıl yani?” deyip aklınızı sorguladınız mı benim gibi?
Acı ve zor olan da bir zamanlar can dostu bildiğin, varlığına şükrettiğin, başın sıkıştığında soluğu yanında aldığın can dostunun sana sırtını dönmesi.
Bir demlik çayla can dostunun eşlik ettiği uzun sohbetlerin bir anda bitmesi.
Belki de sana ezeli düşmanıymışsın gibi davranması.
Can dostu dediğinin sana yabancı hatta ezeli düşman gibi davranması kadar keskin bir bıçak tanımıyorum.
Yaşanan ne olursa olsun size yapılan yanlışların izi ince ve derindir.
Arkanızdan oynanan oyunlar, ince ince hazırlanan stratejiler, tezgahlar.
KALBİNİN SESİ FERYAT FİGAN
Kalbinin sesi feryat figan, bas bas bağırmak istiyor “Çirkef bir oyunun parçası oluyorsun.” diye.
Sen ise verecek o kadar cevabın varken, diyecek o kadar sözün çokken susuyorsun.
Olup biteni en ince hattına kadar bilirken ve oynanan oyunları çoktan çözmüşken, izleyip susuyorsun. Verdiğin her reaksiyon, karşındakinin egosunu kırbaçlayacaktır, bu yüzden en doğrusu susmaktır.
Susmak, korktuğundan değil, kendine olan değerinden ve nezaketindendir.
Susmaya değecek bir şeyler elbette her zaman bulunur ama konuşmaya değecek güzellikler her zaman bulunmuyor.
İşte bu da hayatın başka bir cilvesi!