Zaman nasıl da geçiyor.
Daha dün yeni yıla girmedik mi umutla birbirimize sarılıp yeni yılımızı kutlarken?
Hangi ara yaza ulaştık? Birkaç güne haziran da bize veda edecek ve yerini temmuza devredecek.
Hayatın acelesine, hızına rağmen hayatımıza devam ediyoruz.
Biz hayat mücadelemizi verirken omuz omuza olanlarımız da değişiyor hızlıca.
O anlarda yanımızdakileri, yamacımızdakileri fark etmesek de köşemize çekildiğimizde fotoğraflar netleşiyor.
Herkesin kendince acele etme sebepleri vardır elbette, artık çok geç, dediği şeyler olduğu gibi.
Herkesin hayatta kendine göre çizdiği bir yolu, peşinden gittiği bir amacı vardır.
Bu yüzdendir belki bu değişkenlik.
Belki de bugün yarana iyi gelen, yarın kötü gelmeye başlıyordur.
Belki de böyle olması gerekiyordur. Ömür boyu yanında aynı kişiyi görmek istisnai bir durum değil mi?
Bazen hayat yolunda attığın her adım kolaydır bazen de güç. Bazen zorlukları göğüslemende yardımcı bir el, güçlü bir omuz ararsın bazen de yolun daha bir güzelleşir, mutlu bir şekilde yürür gidersin.
Onurlanırsın, gururlanırsın.
Belki gün gelir, bir kelimeye ya da davranışa kırılır, üzülürsün ama ne olursa olsun yaptığın işin doğruluğuna inanıyorsan yolun zorluğu seni yürümekten geri kılmaz.
İnsanlık hâli, olur ya yaptığın bir hata, yanlış bir söz veya yanlış bir cümle bir anda sinsi bir gölge gibi çekip alır seni altına.
İnsanların arasında hayat yolunda yürürken yanındakiler, yamacındakiler de değişir. Kimi söylediğin bir söze burun kıvırıp uzaklaşır kimi de görmezden gelir olumlu karşılar. Yanında olmak için sebepler üretir, ne bileyim belki bir kahve pişirir, ardından da neyse hâlim çıksın falım, diyerek ortalığı neşelendirir.
Hatalarımızla doğrularımızla bu hayat yolunda yürüyoruz.
Bazen yavaş bazen hızlı, önemli olan yaşananlardan öğreti çıkarabilmek değil mi?
Peki, neden bu koşturmaca, neyin peşinden koşuyoruz?
Neden hayata başlarken önümüze hep hedefler konulur?
Doğan bebekten başlar beklentiler. “Ne zaman beni tanıyacak?”, “Ne zaman oturacak, dikilecek?”, “Ne zaman emekleyecek?” “Ne zaman konuşacak?” “Ne zaman dişi çıkacak?” soruları sorulur.
Hep bir beklenti, hep bir hedef.
Hedefler de beklentiler de bitmeyecek hatta son nefesine kadar yanında olacak.
Seneye nasıl başlamıştık?
Ne zaman kar yağacak?
Ne zaman havalar ısınacak?
Ne zaman bahar gelecek?
Ne zaman havalar ısınacak?
Bu yıl tatile gidilecek mi?
Geldik haziranın sonuna.
Yirmili yaşlardaki hâlim geldi aklıma, ne çok hedeflerim vardı önümde.
Öncelikle kızımı büyütmek, ona iyi bir eğitim vermekti amacım.
Sonra hayatın rüzgârlarına kapıldım, geldiğim noktada kucağımda oğlumla yine aynı hedeflerde buldum kendimi.
Otuzlu, kırklı yaşlarımın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Şimdilerde geldim ellili yaşlarımın son nebzelerine.
YAŞAMAK GÜZEL ŞEY
Aslında yaşanılan zorlukların ağırlığıdır hayata anlam katan.
İnsan rahat yaşarken anlamıyor, zaman boş geçiyor sanki.
Öyle değil ama! Terazinin kantarını iyi tutmalı ki bir taraf yukarı fırlayıp öbür tarafı dibe çekmesin. Her şey zamanında güzel yaşanmalı, zorluklar da rahatlıklar da.
İnsanız, bazen hayatın güneşinde kavrulacağız bazen de yağmuruna, fırtınasına kapılacağız. Bazen de hayatın rüzgârı, fırtınası bizi oradan oraya savurup duracak.
İnsanız işte güldüğümüz günler olduğu gibi ağladığımız günler de olacak!
İnsanız işte doğarak geldiğimiz bu dünyada ölmek için gün sayarak yaşayacağız!
Öyleyse her ne olursa olsun yaşamaya inatla devam.
Yaşadığın her anın keyfini sürerek yaşa, ne yaparsan yap, doğrunun da yanlışının da arkasında durarak yaşa.
Hiçbir şey için “Keşke!” demeden, hayıflanmadan.
Yaşamak güzel şey, boş şeylerle harap etmeyelim kendimizi. Yaşadığımız her anı dopdolu bilinçle yaşamak lazım.
Boş şeylerle doldurulmuş geçip giden zamana yazık, giden zamanı hiçbir şey geri getiremez.