Bozkırın keskin ve soğuk bir kış ayıydı. Üzerinde bitki yetişemeyen çorak topraklar bembeyaz bir halı ile örtülmüş, ara ara da kara nakışlarla bezenmişti. Bembeyaz hâlinin üzerindeki ayak izleri ise göz kamaştıran kilim desenlerini andırıyordu. Dış cephesi beyaz kireçle boyanmış kerpiçli eski evin dondurucu ve soğuk havası, kasvetli bir ruh hâletine bürünmüştü.
Karla örtülmüş evin damından boydan boya buzlar sarkmıştı. Yönü kuzeye bakan mavi boyalı demir bir kapısı ve menteşeden oymalı, üç tane tahta çerçeveli ahşap penceresi vardı. Pencerelerden bir tanesi evin sağ tarafındaydı ve o pencere tek kanatlı olarak açıktı.
Pencerenin önünde, hüzünlü bakışları olan uzun boylu ve çimen gözlü bir kadın duruyordu. Beline kadar uzanan simsiyah saçları, yay gibi kirpikleri, kiraz renginde dudakları, hafif genişçe alnı ve incecik beliyle peri masallarındaki prenseslere benziyordu. Pamuk gibi yumuşacık ve bembeyaz teniyle hurileri kıskandıracak bir edası vardı. Donuk ve yorgun bakışlarıyla küçük yüreğimin tam karşısındaydı.
ANNEM; GEÇMİŞİM, HAYALLERİM
O kadın, eteklerinde doya doya oynayıp çocukluğumu yaşayamadığım annemdi. Doktorlar ve el âlem denen insanlar onun için şizofreni hastası diyorlardı. Belki de ne kendisinin ne de benim "kim" olduğumuzun şuurunda değildi. Fakat o kadının varlığı, içinde geçmişim ve hayallerim olduğu için benim nezdimde çok değerliydi.
Bundan dolayı, günlerce hatta aylarca belki de yıllarca onu ilk defa gördüğüm anda soracağım soruları kafamda tasarlamıştım. Mesela "Anne sensiz ne çok acı çektim, biliyor musun?" diyecektim usulca ya da onsuz yaşadığım ne kadar anım varsa hepsini tek tek anlatacaktım. Oynadığım körebe oyununu, saklambacı, bez bebeğimi veya okuldaki arkadaşlarımı daha nicelerini...
ÇOCUKLUĞUMUN SON ANI
Tam da bu düşüncelerin uğultusu zihnimden geçerken bana attığı ifadesiz ve herhangi bir duyguyu barındırmayan bakışları, irkilmeme sebep oldu. O anın içinde, çocukluğum bütün sefilliği ile evrene uçuşmuştu. Belki de bütün ömrüm, o anın içindeki zaman ve mekân sonsuza dek öylece donup kaldı.
Bir daha çocuk olamayacak, bir daha anneliği hiçbir kadında tadamayacaktım. Edebî yetimliğim o gün başlamıştı. Şimdilerde, nerede bir yetim görsem yeniden aynı anın içinde bulurum kendimi. Sonra da içten ve kısık bir sesle "Allah'ım sen kimsesiz yetimlerin kimsesisin." diye dua ederim.