Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, insan adalet ile yaşar. Eşitsizliklerin Nirvana’ya ulaştığı bu zamanlarda, adaleti bulmak derin mücadele gerektirse de adalet duygusu insanın arayışının başındadır.
Bu noktada akla ilk gelen soruların “Kime göre adalet?”, “Adaletin bir kuralı mı var? “Bu kuralları kimler belirledi?” ya da “Bu kurallar hangi şart ve koşullarda belirlendi?” gibi felsefi tarzda olması muhtemeldir. ADALETİ ARAMAK
Doğa koşullarına bakarak “Adalet nedir?” sorusuna cevap aradığımızda da ilk olarak “Güçlü olan zayıfı yener.”, “Doğa boşluk kabul etmez.” şeklinde düşünceler karşımıza çıkıyor. İnsanın, kendi aklıyla hiçbir etki edemediği doğa koşulları kendi düzensizliği içinde bir düzeni mi temsil ediyor? Doğaya karşı bir yerde kendini korumayı başarmış insanlık için bu düşünceler, bana göre işin kolayına kaçmak olur.
Semavi dinlerin adalet anlayışına hiç girmeyelim bile. İlk çıkış noktaları gerçek bir adaleti temsil etse de zamanla olumsuz anlamda değişime uğramıştır bu anlayış. Fakirliğin, liyakatsizliğin, suçun bu denli artması bize bunu anlatır türdendir.
Derinlerine inmeden değindiğim mistik ve felsefi düşünceleri bir kenara bırakalım. Nihayetinde mutlak sonuca vardırmayacak. Pragmatist bir bakış açısıyla kabaca birkaç başlıkta günümüz görece modern toplumda adaleti arayalım.
Kendi seçmediği, yarı eğitimli bir ailede doğan çocuk için adalet, annesinin koyduğu kurallar mıdır ya da içinde bulunduğu çevrenin, toplumun zamanla oluşturduğu normlar mıdır adalet? Konuya dair biraz daha dar çerçeve çizmem gerekirse benim de geçen aya kadar öğrenci olarak içinde yer aldığım eğitim sistemine bakalım. Eşit olmayan şartlarda eğitim almış, aynı sınava tabi tutulan ve “Ne olursan gel.” mantığıyla sırf okuması için okutulan öğrencilerin hangi bölümü okuyacağına dahi dolaylı yoldan müdahalenin olduğu sisteme mecbur bırakılması mı adalet?
Öğrencileri not sistemine hapsederek yarıştıran, haksız tutum ve davranışlara itiraz eden öğrencilerin karşısına bizim gibi etten kemikten insanlar değil de olağanüstü varlıklar gibi gösterilerek çıkartılan karar vericilerin keyfiliğiyle durum ve şarta göre liyakat sistemini göz ardı eden, onların kendisine göre haklı gerekçelerini yarattığı bu sistem mi adaleti sağlayacak? Sağlayamıyor. Sağlayamayacak da.
Adalet, sözlük anlamı olarak “Hak ve hukukça uygunluk, hak ve hukuku gözetme ve yerine getirme, doğruluk.” olarak tanımlanmakta.
Bu tanımı okuyunca da başa dönüyoruz. Hak ve hukuk kuralları hangi duruma göre belirlendi? Çıkarlarımıza göre esnetebildiğimiz kurallar mı belirleyici olan? ADALET SAVUNUCULUĞU
İnsan yaratılış gereği bulunduğu konuma, şarta, kalıba göre şekil alabilen bir varlık ancak tarih sahnesinde de görürüz ki başkaldırılar hep adaletsiz davranan kişilere, sistemlere karşı olmuştur günün sonunda.
Ben teorik tanımların ötesinde adaleti şu şekilde tanımlıyorum: Senin gülmen bir başkasını ağlatıyorsa ağlayan kişinin bir kişilik sorunu yoksa burada adalet değil, adaletsizlik tecelli etmiştir.
Vicdanını peynir ekmek niyetine yemeyen her insan adaletin savunucusu olmalı. Unutulmamalı ki bireyler toplumları, toplumlar devletleri oluşturur. Devlet de dünyaya gelen her çocuğa yani her yurttaşa insani haklar çerçevesinde eşit yaşam hakkı tanıması gereken sosyal bir yapı olmalı. Öyle korkulacak ülküler yaratmamalı. Bu döngü, zamanla gelişir, değişir ve yeniden dönüşür. Bu noktada önemli olan dönüşümün insanlık adına, dünya vatandaşlığı adına olmasıdır. Herkes için adalet, tek çıkış yolumuzdur.
Sevgilerimle.