İnsanlık tarihinden bu yana göç, hayatın bir parçası olmuştur, iklim değişikliği, savaş tehlikesi ve keşfetme duygusu gibi nedenlerden dolayı. Yine insanlık kendini tanımaya başladığından, artı üretime geçtiğinden beri yönetim kademesinde kendilerini konumlandıran az sayıdaki insanın, kendi menfaatleri için halkı, doğayı feda etmeye razı geldiği görülür.
Suriye’deki iç savaş nedeniyle 2011 yılından beri ülkemizde yaşayan Suriyeli mülteciler konusu, bu durumun neden olduğu bir sonuçtur. Son zamanlarda siyasi arenanın etkisiyle bir anda Suriyelilere sanki insan değil de korkulacak başka varlıklar olarak bakıldı. Bu durum, bana yıllar önce yaşadığım bir olayı hatırlattı.
KİMSESİZCE ÖLMEK
Hayatımın bir döneminde, özel bir hastanenin yemek servisi bölümünde çalıştım. Yoğun bakım ünitesine servis yaptığımız sırada kadın doktor ara koridora geldi. O küçük koridorda bizimle birlikte bir Türk hasta yakını ile Suriyeli hasta yakını vardı.
Doktor Hanım, önce Türk olan hasta yakınına, büyük bir üzüntüyle yoğun bakımdaki yakınının vefat haberini verdi. Kadın hasta yakını hâliyle ağladı, sızladı. Doktor Hanım “Yaşı ilerlemişti, kalbi dayanamadı.” gibi sözler sarf ederek hasta yakınını kendince teselli etti. Sonra Suriyeli gencin yanına geldi, “Hastaneye getirdiğin kişi neyin oluyor?” diye sordu. Genç de “Arkadaşım, ailesi Suriye’de. Sadece kendisi burada yaşıyor.” dedi. Doktor “Enfeksiyon kapmış, elimizden geleni yaptık ama kurtaramadık.” dedi. Suriyeli gencin yüzüne ağır bir hüzün çöktü. Bir şey söyleyemedi.
Hastanede çalıştığım sürede birçok ölüm haberini duydum. Bir süre sonra kanıksıyor insan, bu zor ve acı durumu. Üzülsek bile ateş düştüğü yeri yakıyor nihayetinde ama dolaylı yoldan tanık olduğum bu olay beni derinden etkiledi. Bilmediği bir ülkede, bilmediği bir şehirde ve bilmediği bir hastanenin kasvetli yoğun bakım ünitesinde yaşam savaşını kaybetmişti. O an düşündüğüm ilk kişi annesi oldu. Hissetmiş midir acaba, yüreğine sızı düşmüş müdür? El bebek gül bebek büyüttüğü oğlunun kimsesiz bir şekilde bakımsızlıktan öleceği aklına gelmiş midir?
Herkes bir gün ebediyete kavuşacak illa ama kim dilini bilmediği bir yerde, son bir söz söyleyemeden, kimsesizce ölmek ister ki? Toplumun demografik yapısının bozulma süreci, yerel halkın maruz kaldığı haksızlıklar, sistemin suçu olsa gerek.
Niyetim, demagoji yapmak değil lakin mücadele edilmesi gereken durum ya da düşünce savaşı çıkaran bir avuç insan müsveddesi olmalı. Dışlanacak kişiler, günahsız, masum insanlar olmamalı. Zalimin zulmünden değil asıl, mazlumun ahından korkmalıyız.