Sizi tanıyabilir miyiz?
Varto’da doğdum büyüdüm, Lise son sınıfı İzmir’de okuduktan sonra İstanbul’a geldim ve tiyatro okumaya karar verdim. O gün bugündür de buradayım. Tiyatroya ne zaman başladınız?
Çok geç. Çocukken oynadığım okul piyeslerini saymazsak eğer, tiyatroya ancak üniversitede, okuduğum tiyatro bölümünde başladım diyebiliriz. Yani Varto’lu bir genç kız, bir gün İstanbul’a geldi ve tiyatro ile tanışıp okumaya karar verdi. Hepsi bu.
Her insanın bir çocukluk hayali vardır. Tiyatro da sizin için bu türden bir hayal miydi?
Çocukluğumun geçtiği okullarda tiyatro yoktu, sene sonunda hazırlanan piyesler olurdu yalnızca. Onlarda oynardım. Hala da yok o okullarda tiyatroya dair bir şey. Orası için tiyatro okulu projemiz var. Bunu gerçekleştirmek de en büyük hayallerimden.
Yani çocukken tiyatroya dair pek bir bilgim olmasa da, Engin Cezzar ve Gülriz Suriri’nin oynadığı ve TRT’de yayınlanan “Keşanlı Ali Destanı” beni büyülemiş ve içime tiyatronun tohumlarını ekmişti. O oyuncular, hele hele Engin Cezzar büyülemişti beni. Yıllar sonra, hocam olması da ayrı bir güzellik ve şanstı benim için. Harika biriydi.
Ayrıca TV’de sinema saatleri en büyük coşkumuzdu bizim. Sinema karakterleri büyülerdi beni. Bir de Michael Jackson ve Fredie Mercury.
Beğendiğiniz tiyatro sanatçıları var mı?
Tabii ki, çok hem de. Zoe Caldwell, Kenneth Charles Branagh ve Engin Cezzar’ın oyunculukları beni en çok etkileyenlerden.
Almanya’nın Hamburg kentinde oynadığınız oyun çok sevildi ve tiyatro severlerin beğenisini kazandı. Oyunla ilgili neler söylemek istersiniz bize?
Oyun, bencil eril kurallara boyun eğdirilmeye çalışılan, güçlü ve yılmaz bir kadınının ürkünç intikamını anlatır. Binlerce yıl öncesine dayanan mitolojik bir trajedi karakteridir Medea. Çok önemli bir düşünür ve şair olan Euripides tarafından M. Ö 431 yılında kaleme alınmış ve o günden bu yana en çok sahnelenen klasik oyunlardan biri olmuş. Kemal Kocatürk tarafından uyarlanıp yönetilen bu oyunun, Zazaki dilinde tek kişilik olarak performe edilmesi de bir ilk.
Medea, Colchis Kralı’nın kızı, tanrıça Hekate’nin kızı, tanrıça Kirke’nin yeğeni ve güneş tanrısı’nın torunu bir büyücü, tanrıça ve prensestir. Savaşları kazandırma ya da kaybettirme gücüne sahiptir. Dostlarına şifa, düşmanlarına yıkım dağıtır. Aşkı için memleketine ve kral babasına ihanet edip, kocasının ülkesi Yunanistan’a kaçar ve bu yaban ellere gelin olur. Kocasının kral olabilmesi için canla başla savaşır fakat, çok geçmeden kocası tarafından ihanete uğrar. Varını yoğunu kocasına adayan ve ondan başka kimsesi olmayan, bu topraklarda bir sığıntıymış gibi davranılan, barbar olarak görülüp ötekileştirilen Medea, bu hayal kırıklığını kendine yediremez ve kanlı intikam planlarını yapmaya başlar. Konusunun hala daha güncel olması da ayrı bir konu. Hala gelenekçi inançlarla varlığını sürdüren, gelişmeye kapalı toplumlarda, her kadının kendinden bir şeyler görebileceği kadar güncel üstelik. Benim yaşadıklarımın benzerliği ise başka bir ironi. Bu oyun benim için çok anlamlı bu yüzden. O kadar benziyoruz ki Medea ile. İki dilli ve kültürlü olmamız, İstanbul’a ilk geldiğimde yaşadıklarım, okuldaki adaptasyon süreçlerim, çok sert esen 90 ve 2000’ler rüzgarları gibi. Oyun bu yüzden bana hiç de yabancı değil. Üstüne üstlük yaşadığım ailevi talihsizlikler… Biz Medea’dan çok daha şanslıyız tabii ki. Çünkü hukuk işlerliği olan bir çağda yaşıyor ve gittikçe de bilinçlenip güçleniyoruz. Bilgi, birikim günümüzün en önemli olgusu. Oyun Avrupa turnesi olarak tekrar tiyatro severlerle buluşacak mı?
Tabii, gidebileceği yerlere kadar…
Dizi mi sinema mı yoksa tiyatro mu?
Tiyatro ve müzik.
Size göre tiyatro nedir?
Tiyatro çok güçlü ifade biçimlerinden biri bana göre. Bir karakteri canlı kanlı, sizi seyreden insanlarla göz göze gelerek anlatıyor, sergiliyorsunuz. Akıllı, duygulu ve samimiyseniz çok şanslısınız. Çok anlam katabilir, geliştirici, kucaklayıcı mesajlar verebilirsiniz bu yolla. Neden tiyatro?
Bu soru bana sorulduğunda hep dilimi yuttum nedense, tanımlayamadım bir türlü ve utandım bundan (gülüyor). Sanırım gene aynı şey oldu. Sadece en çok sevdiğim şeyi yapmaya çalışıyorum galiba, diye cevaplayabilirim bu soruyu ancak. Duygusal mısınız?
Duyguluyum ve ayrıca sağduyulu olmaya gayret ediyorum Hiç duygusal bir an yaşadığınız oldu mu sahnede?
Çok.
Oyununuzda ağladığınız oldu, çok mu etkiledi sizi bu karakter?
Tabii ki, çok hem de. Tam benlik Medea. Bir kadın olarak yaşadıklarım vs. Bahsettiğim yaşanan ailevi şeylerin, başka bir versiyonu. Ötekileştirilip yok sayılmaya çalışılmak. Onca yaptıklarınız, emek verdiklerinizin nezdinde, hiçbir değerinizin olmadığının farkına varmak. Çıkarların manevi değerlere üstün gelmesi her çağda güncel olduğundan Euripides, Sophokles, Aiskylos, Aristophanes, Shakespeare ve benzeri yazar/şairlerin eserleri evrenselleşiyor ve güncelliğini koruyabiliyor böylece. Bütün güzellikleri ve handikaplarıyla insanı anlatıyorlar çünkü. Fakat gene de, ne olursa olsun intikam güdüleri yerine, sağduyuyla hak aramak lazım. Unutmadan bağışlayıcı olmak lazım. Çünkü unutmak, aynı şeylerin artarak, her defasında üstünüze gelmesi demek. Yani dün göz yumduklarımızdır aslında, bugün bize göz açtırmayanlar.
Neden Zazaca peki?
Neden olmasın? Zazaki benim ana dilim, elim kolum, kendimi ilk ifade etme biçimim, her şeyim. Edebiyat, tiyatro ve müziğe yatkınlığı ve eşsiz müzikal melodisi de onu özel kılıyor. Bunun yanında Medea, hatta klasik oyunlar zazaki’ye öylesine uygun ki. Kadınlar Korosu, Kahin, konuşmalarındaki trajik melodi, çocukluğumun bilge kadınlarını ve ağıtlarını hatırlatmıştır bana hep. Hala daha var o kadınlardan. Tiyatro okurken, okuyup oynadığımız ve dramaturjisi yapılan, satır araları okunan o sahneler, beni nasıl da çocukluğumun o anlarına götürür ve kendimden geçirirdi. Babamın anlattığı dengbeji, tadına doyulmaz o masallar gibi, tıpkı.
Ayrıca Medea da benim gibi, iki dilli ve kültürlü. Memleketteki o sert rüzgarlar, ötekileştirme çılgınlığı. Biyolojik erkek kardeşler, oğullar, eşler tarafından, başlarına gelmedik kalmayan kadınlar… Bunlar oldukça Medea’lar da hep oynanacak, okunup tartışılacak. Bir masal gibi tıpkı. Koro’nun da dediği gibi; kadın ve erkek eşit haklara sahip olmadıkça, hak ve hukuk hakkettiği koltuğa oturmadıkça, bekler bizi hep o dipsiz karanlıklar ve hep anlatılır binlerce yıldır anlatılagelen masallar.
(Setlerden kareler)
Almanya’yı özellikle Hamburg’u nasıl buldunuz?
Berlin Münih ve Hamburg dışında Almanya’yı bilmiyorum açıkçası. Fakat bu üç şehir de Almanya hatta Avrupa hakkında fikir sahibi olmanız için yeterli olabiliyor. Hamburg’a bu ilk gelişim ve hayran kadım diyebilirim. Her adım başı fışkıran kültür, sanat ve bilim mekanları, devasa tiyatro, müzikal ve konser salonları beni çok imrendirdi. Hele hele o yeşilliği, yapıları, doğası ve gülümseyen huzurlu insanı. Arabalar yerine bisikletli insanlar. Trafik yok, kalabalık yok, devasa Avm’ler yok, aksine devasa sanat mekanları var. Temiz hava ve suları. Suyu musluktan içebilmek. Pırıl pırıl saçlar. Sabahın köründe enerjik uyanmak ve bütün gün hiç yorulmak bilmemek. Tıpkı Varto’daki gibi. Hele hele pek bira içmeyen benim için, her susadığında bira içme istenci de ayrı bir acayiplik. O kadar lezzetli ki biraları. Bir de elmaları… Ben böyle lezzetli elma Varto’da bile yemedim.
Fakat en çok beni şaşırtıp hayran bırakan şey ise eğitim sistemleri. Yahudi Kampı’na aileleri tarafından getirilen ve çocuklar için özel olarak hazırlanmış videolar izletilen o çocukları gördüm. Gerçekleri onlara uygun bir yolla anlatıp, bilgi sahibi olmaları ve empati kurmalarını sağlamaları, nasıl da imrendirdi beni. Görme engelli insanlar eşliğinde, karanlık odalarda ve bazı oyunlarla görme engelli olmayı deneyimlemeleri hele. Herkesle, her şeyle empati kurmayı sağlayan bir eğitim sistemleri var. Şımarık, saldırgan, huzursuz çocuklara o kadar alışığız ki burada en çok olgun, sakin ve huzurlu çocuklar dikkatimi çekti. Hatta bir seferinde, yanlışlıkla kırmızı ışıkta geçerken biz, bir çocuğun son derece etkili duruşu ve sözleriyle bizi haşlaması öyle hoşumuza gitti ki. Böyle çocuklardan neler öğrenebileceğinizi bir düşünün. Oysa bir de Fetih Müzesi var memlekette, İstanbul’da. Çocuklara aileleri ve öğretmenleri eşliğinde, İstanbul’un fethi, devasa Hollywood stüdyolarını aratmayacak büyüklükte, üçboyutlu olarak, kan ve şiddet sahneleri izletilip, İstanbul’un nasıl ele geçirildiği anlatılıp bundan övünç duymaları sağlanıyor. Haneye tecavüzün, işgalin algısı değiştirilip norm haline getiriliyor ve bundan kıvanç duyuluyor. Verilen her bilgiyi sorgusuz sualsiz, sünger gibi çekip inanan o güzelim çocukların yüz ifadelerini, saldırgan hallerini görmek o kadar burkmuştu ki içimi anlatamam. Oysa Almanya yüzleşebildi geçmişiyle, diz çöküp özür diledi yaptıklarından. Bu yüzden de yepyeni bir sayfa açabildi ve gelişebildi. Özeleştiri, insanın kendisine dışardan ve tarafsız bakabilmesi, empati kurabilmesi yozlaşmaların, yıkımların önüne geçebilecek yegane şey. Çünkü nefret ve intikam ağır yüklerdir. Kontrolden çıkmış kanser virüsü gibi çürütür sizi. Martin Lutter King’in dediği gibi; karanlığı karanlık değil, ışık aydınlatabilir ve nefreti nefret değil sevgi uzaklaştırabilir. Sadece vicdan; “doğru mu” diye sorar, menfaat ve korkaklık değil.
Hamburg tiyatro izleyicilerini nasıl buldunuz?
Çok olumlu buldum. Sıcak, sevecen, neşeli ve meraklı.
Üç cümle ile kendinizi nasıl ifade edersiniz?
Meraklı, cesur ve ne/neden/nasıl’cı.
Hiç pişmanlık duyduğunuz, yapmak isteyip de yapamadığınız şeyler oldu mu?
Stephan Hawking; “evren hiçlikten ve bir hata sonucu oluştu. Eğer biri size, bir hata yaptığınızı söylerse; “iyi ki yaptım çünkü her şey bir hatadan oluştu” deyin,” der. Evrene dair bildiğim gerçeklerden biri de, hiçbir şeyin mükemmel olmadığı” diye de ekler. Hatta bu sözlerle bir şarkı bile yaptım.
Pişmanlık duymadan, hatalarımdan öğrenmeye çalışıyorum ben de. Her şeyden bir şeyler öğrenip, derinleşip akabiliriz. Yapamadıklarımız için fırsatlar yaratıp yapabiliriz. Yeter ki isteyip seçmeyi bilelim. Hayat seçilmeyi bekleyen muazzam seçeneklerle dolu çünkü.
Son olarak okuyucularımıza bir mesajınız var mı?
Her günü son gününüzmüş gibi dopdolu yaşayın… Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.