"Concorde Yanılgısı"nı hiç duydunuz mu? Verdiğiniz emeğin boşa gitmesinden korktuğunuz için daha fazla emek vererek daha çok şeyi ziyan etmek durumunda kalma hali. Mutlu olmadığımız halde, hatta bize zarar verse bile, uzun ilişkilerimizi, sevgilimizi, arkadaşımızı, şehrimizi, çevremizi, muhitimizi, içimize çektiğimiz dumanı ve daha birçok alıştığımız durumu bir türlü bırakamıyoruz, değil mi?
Hepimiz bağlılıklarımızdan, bağımlılıklarımızdan, alışkanlıklarımızdan dönem dönem şikayet ederiz de bir türlü vazgeçemeyiz onlardan. Verdiğimiz emeğin boşa gideceğinden korkarız, bir şeyleri artık telafi edemeyeceğimizden korkarız, yeniden başlamaya cesaret edemeyiz. Vefa duygusuyla kıpırdayamayız, fedakârlık der sineye çekeriz. Yazgımız böyleymiş der, akıntıya karşı kürek çekmenin beyhude bir savaş olduğunu düşünürüz. "O da öyle bir insan işte" der geçersiniz, "benim ailem de bu" der kabul edersiniz, "payıma düşen imtihan böyleymiş" der sabredersiniz.
İnsan bazen ne bu deveyi güdebilir ne de bu diyardan gidebilir; çölün ortasında bağdaş kurmuş oturup bekler öylece... Çünkü kopuşlar öyle güçtür ki izi kalır, ve ruhtan, bedenden koparmaya çalışmak kendini parçalamaktır. Dostoyevski’nin dediği gibi:
"Yanlış trene binildiğinde, ilk istasyonda inmeye çalışmak gerek. Çünkü yanlış yönde mesafe ne kadar artarsa, dönüş maliyeti de o kadar artar."
Bazen ilk istasyonu bırakın, son istasyona az bir durak kala bile inmeyi başaramıyoruz. Hayatımız boyunca hiçbir zaman "keşke" demeden yaşamak isteriz hâlbuki. Her şeye rağmen hep gülümsüyoruz ama bakışlarımıza binlerce yıl yanlış trende yolculuk etmiş birinin yol yorgunluğu siniyor. Ara vermeden, durmadan, soluklanmadan akıp giden, zehirden bir yola dönüşüyor hayatlarımız. Gömleğin tüm düğmelerini yanlış iliklemek gibiydi, dünya dediğimiz yerde adımlar atmak; en başından beri yanlış yaptığını, sonuna gelmeden anlayamadığın...
"Kabullenmek insanın içindeki savaşları bitirir" diyor yazar; kabullenmek insanın sırtındaki dağı alır, yerine koyar. Ve nihayetinde, insan en sonunda "kabulleniş ve vazgeçiştir." Çünkü, her ne olmuşsa, o başka türlü olamazdı. Sartre der ki: "Hayat üç bölümdür; dünyayı değiştireceğini sandığın, değişmeyeceğini anladığın ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun."
Bağımlılık nedir? Sorusunun cevabını Dr. Gabor Mate şöyle veriyor: "Bütün bağımlılıklar, acıyı teskin etme denemeleridir. Ben bağımlılarla çalıştığımda ilk sorum her zaman 'Bağımlılık neden?' değil 'Acı neden?'dir. Ve bulduğumuz şey duygusal bir kayıp ya da travmadır. Seks bağımlılığı, internet bağımlılığı, bir ilişkiye bağımlılık, alışveriş bağımlılığı ya da iş bağımlılığı olsun, bunların hepsi acıdan kurtulma denemeleridir..."
Size hizmet etmeyen alışkanlıklardan veya durumlardan kurtulmanın neden bu kadar zor olduğunu hiç merak ettiniz mi? Elbette bu durumun biyolojik olarak açıklaması da var. Beynimiz bir verimlilik ustasıdır; enerjiyi dikkatli kullanmaya çalışır. Onun için en önemli konu, sizin hayatta kalmanızdır. Tanıdık kalıpları ve rutinleri arar çünkü daha az enerji gerektirirler ve daha güvenli olarak algılanırlar. Beynin birçok bölgesi değişime karşı dirençte rol oynar.
Sebebi ne olursa olsun, alışkanlıklarımız altın kafeslerimiz, sırça köşkümüzdür. Her insan biraz gerçekleşmemiş hayallerinde yalnız ve suskundur aslında. Alışkanlıkların sırça sarayından kopamaz da, iki kişilik yalnızlığa sığar; tutsaklığında yaşayıp gider. Bir dönemin meşhur şarkısında da dediği gibi:
"Alışmak sevmekten daha zor geliyor,
Alışmak bir yara, bağrımda kanıyor..."