Kasım’da günler kısaldı, gündüzler aydınlık sabahlarını yitirdi, ağaçlar yapraklarını döktü bir bir… Havalar kötü demeyeceğim, zira hava hep güzeldir… Güneşli olsa da güzeldir, yağmur yağsa da güzeldir, kar beyaz bir örtü halinde etrafı kaplasa da güzeldir. Soğuk da güzeldir, sıcak da; sisli, puslu havalarda da… Yeter ki iç dünyamız berrak, vücudumuzun penceresi olan gözlerimiz gerçeği görsün ve aklımız özgürce düşünsün… Sağlığımız yerindeyse hayatın zenginliği uçsuz bucaksızdır aslında. Sahip olduklarımıza şükredip bizi mutlu eden yanı başımızdaki şeylere odaklanalım ki şu kısacık konuklukta yüzümüz gülsün. Zaman kendini bildik rotasında, üstümüze basıp geçecek nasıl olsa. Acıları dindiren, yaraları sağaltan, anıları unutuşun gücüyle yok eden zaman… Anılardan ve yaşanmışlıklardan geriye yadigârlar biriktiririz ömrümüz boyunca.
Bu bazen bir nesnedir: bir kolye, bir bilezik, bir saat, bir fincan, bir fotoğraf ya da benim gibi terzi olan babaannesinin makaraları… Bazen aile yadigârlarımız; babaannedir, anneannedir, dededir ve onların yaşanmış hikâyeleridir. Bazen değerli bir eşyadır yadigâr; hürmeti, minneti, sevgiyi ve hatırayı taşır üzerinde. Melankolisi ve neşesiyle geçmişin izlerini taşır, belki kuşaktan kuşağa devreder. Zamanın unutulmaya mahkûm ettiği o anılara ulaştıracak manevi değerlerimizdir yadigârlarımız. Bir sese, bir ezgiye, bir kokuya, bir dokunuşa, bir esintiye götürüverir ansızın.
Ben de hem geçmişten hem de bugünden anılar biriktirmeyi seven insanlardanım. Aile büyüklerinin siyah-beyaz fotoğraflarını, eski bozuk paraları, rahmetli babaannemin birkaç parça kıyafetini, eski kartpostalları ve belleğimde yer edilenleri itinayla saklarım. Geleceğe dair de anılar toplarım; kocaman kütüphanemi, yazılarımı, not ve anı defterlerimi, yaptığım resimlerimi oğluma anı olsun diye, yeryüzünden tamamen silinmeyeyim diye bilinçli bir şekilde korurum.
Okuduğum bir yazıda şöyle diyordu: “100 yıl sonra hepimiz, ailemiz ve arkadaşlarımızla birlikte gömüleceğiz. Bugün sahip olduğumuz her şeye, başka biri sahip olacak. Çoğu eşyamız hediye edilecek, atılacak ve yok edilecek. Torunlarımız kim olduğumuzu pek bilmeyecek ve bizi hatırlamayacaklar. Belki de, her gün aklımızı tüketen şeylerin %95’i hakkında endişelenmemizin ne kadar anlamsız olduğunu anlarız. Eğer bunu düşünebilseydik elbette yaklaşımlarımız, düşüncelerimiz değişirdi ve her şeyi farklı yapardık.”
"Geldik, çağı gördük ve ürperdik." diyor şair. Bilge lider Aliya ise şöyle söylüyor: "Evet, ben de korkuyorum ama yürümemi gerektiren sebepler, korkmamı gerektiren sebeplerden daha fazla."
Evet, birçoğumuz bu çağdan nefret ettik. Ama umut ve gayret için nedenlerimiz daha fazla. Zor geçen geceler, uyutmayan düşünceler, uykusuzluklar, kâbuslar, yaralar, yanılgılar hep var ama unutmayın: gün doğdukça umut hep var… Saplanıp kalmak da doğru değildir nihayetinde; bir insana, bir soruna, bir anıya, bir hayal kırıklığına ya da bir beklentiye. Saplanan insan kendini, yaşamındaki güzellikleri ve önündeki nice fırsatı göremez hâle gelir. Oysa insan yürümeye devam ettikçe iyileşir ve akmaya devam ettikçe arınır.
Anılar, insanın vücudunu içten içe ısıtan şeylerdir fakat aynı zamanda lime lime de edebilirler. O yüzden bizi var eden değerleri unutmadan, geçmişin yanlışlarından ders alarak, güç versin diye geçip gidenleri koynumuzda saklayarak güzel anılar biriktirelim…
Her gün biraz daha unutulmaya mahkûm, bu acımasız dünyaya inat, güzel yaşayalım, güzellikler yaşatalım, yaşatmayı sürdürelim…