Devletlerarası ilişkilerde siyasi, ekonomik, kültürel temsilcilikler, kuruluşlar ve demokratik kitle örgütleri önemli ve gereklidir. Ne iş yaparlar, ne ederler belki bilemeyiz ve merak etmeyiz. Ancak temsilciliklerin yurtdışında yaşayan insanların, vatandaşların soluk borusu olması bakımından, onların sorunlarına cevap verebilme yükümlülüğüyle mükellef olduklarını bilir ve buna inanırız.
Bu yapıların işleyişine burnumuzu sokmayacağımız gibi, merak etmesek de kör ve sağır olmayı gerektirmez. Devlet atama yapar, devlet sorgular ve denetler, muhakkak ki. Biz ise işimiz düştükçe kapısını çalarız. Kapıyı çalarken kendini güvende hissetmek, güvenmek istersin. Kendinden sanırsın. Sorun varsa, cevap üretecek diye beklersin ve ümit edersin. Böyle olması da doğru olandır.
Herkesin bir ülkesi var. İster kendi seçimi olsun ister doğum yerinin bir kader olması. İbn Haldun’un kulakları çınlasın. Şikâyetimiz yok. Herkes kendi coğrafyasında mutludur. Vatan böyle bir şey galiba.
Sorunlar olmaz mı? Olur tabii. Sorun olmazsa sorun olur. Devletler, sorunlar harcıyla temeli atılan yapılardır. Kişilerin sorunları o harcı bozmaz, aksine çözümleriyle birlikte o harca can suyu olur. Yapılar insanlarla büyür ve gelişir. Temsilcilikler de öyle.
Bir kere uğramak durumunda kaldık. Pek sonuç almadığımız gibi, yapmamız gerekenleri güç bela yapmamıza rağmen sonuç alıcı bir yaklaşım olmadı.
“Memlekette yap,” dediler. Memlekete gittik. “Hamburg’da yap,” dediler ve iki tur yaptık Hamburg ile memleket arasında. Yazmaktan imtina ettiğim istenilen belgeleri bile verdik. Ancak bir cevap beklerken, “Kim bilir hangi posta kutusunda, kim bilir kim almıştır?” diye bir kurumun ciddiyetiyle bağdaşmayan bir cevap aldık.
Saat 11.00’de randevu verilmesine rağmen, üç aylık bir bebekle üç saat sonra içeri alınmayı bile bir şans saydık ne yazık ki.
Havalar soğuk. Bebek, zaman ve mekân kavramını anlamaz. Ellerimiz üşür, yanaklarımız kızarır. Sıcak odalardan belki dışarısı hissedilmez ama dışarısı soğuk. Başka bir memleketimiz olmadığına göre, ister şanslı ol ister sitem et, yapacak bir şey yok.
Memlekette kapının önünde bekleyen nöbetçi askerin “Buyurun hemşerim” demesine, “Selamünaleyküm” cevabını vermenin sıcaklığına alışmışken, “Git Hamburg’a” soğukluğuna takılmayı da öğrendik. O ufacık kasaba bile Ankara’dan büyükmüş gibi geldi bir an cevap alamamış olmaktan.
Kilometreler ne ifade ediyor, zaman kavramının da bir önemi kalmıyor masrafların yanında.
Davetlerde, açılışlarda bulunmak, selfiler çekmek, gülümsemek hoş, güzel. Ancak hizmet etmenin gönül rahatlığını ifade eden bir fotoğraf kadar güzel bir çekim yoktur.
Kimlerle fotoğraf çekersiniz, kimlerle yemek yersiniz bilmez ve karışmayız. Zan altında bırakmak, incitmek istemeyiz. Yıpranmanıza da gönlümüz razı olmaz. Ama Ankara’nın Hamburg’dan büyük olduğunu biliriz.
Biraz özel oldu, belki. Ancak Ankara, özelimiz değil; memleketin yurdu. Ankara orada, Hamburg burada. Biz Hamburg’da kalalım, Ankara orada... Eyvallah.
Memleketsizlik mi daha soğuk, yalnızlık mı?
Bilemedim...
Eyvallah...