“Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır” demiş şair. Benim ömrümde veda sahneleriyle, ayrılıklarla, boğaza düğümlenen "hoşçakal’lar"la geçti. İşin kötü tarafı ise; daha yeni kavuşmuşken bile, birlikte olduğumuz zaman diliminin biteceğini bilerek gün sayıyor insan. Her şeyin bir sonunun olduğunu bilmek, an’a yoğunlaşmaya engel oluyor. İçinden geçtiği an’ı, elini uzatsa dokunacağını sandığı en yakınındaki zaman parçasını bile, katiyen tutamıyor insan. Güzel bir anın sınırları olduğunu bilmek, yaşayacağımız mutluluğu heba ediyor ne yazık ki. Bir de her defasında “an” denen zamanın duvarına tosluyoruz. Üzerinden zaman geçince varmakta anlamını çoktan yitirmiş oluyor, insan gittiği yerde aslında kaybettiği duygularını arıyor. Aradığı yerin, kaybettiği şeyin ve kendisinin üzerinden çok sular akmış oluyor. Zaman fazlasıyla aşındığı için, bulmak imkansız oluyor.
Uzatmalı bayram tatilinin ardından Adana’da ki ailemizle vedalaştık kim bilir kaçıncı kez. Geride kalabalık sofralar, kavuşmalar ve mutlu anlar bıraktık. Sonra doğup büyüdüğüm, anılarımı, hayallerimi, sevdiklerimi bıraktığım Başkente de ayrılık zamanı geldi. Uzaklaşırken şehrin ışıkları soldu bir bir… Eksik kalan günlere dönüştük sonunda; ne giden “güle güle” gidebildi, ne de kalan “hoşça kaldı”. Bir yanını bıraktı giden, kalana bir yük oldu hasretlik…
Kopmak; Özbekçe "üzülmak" şeklinde kullanılır. Yani kopmak aslında kişiyi üzen, kesen, kıran, yaralayan bir durumdur. Birinden veya bir yerden koptuğumuzda üzülürüz çünkü bir parçamız, hayallerimiz, umutlarımız kesilir, kopar ve bir kısmı onda kalır. İnsan hem gidene yas tutar, üzülür hem de gidende kalan parçasına…
İnsan yolculuktur ve yürüyüp geldiğimiz o yolların aydınlığını veya karanlığını taşırız hep, gece ile gündüz gibi. Yürüyüp geldiğimiz yollara dönüşür, yürüdükçe bambaşka birine evriliriz zamanla. Gurbeti giden mi yaşar, kalan mı? Sanırım bunun cevabını kimse veremez. Giden bir gurbette orada bırakır. Boşluklar dolar mı zamanla, hiç sanmıyorum yerine kimse koyulmuyor kimsenin, ama varlıklarıyla avunuluyor... Önce saatleri sayar insan, sonra günleri, ayları ve yılları kavuşmak için. Bir bakmışsın ki o saatlerin arasında öğütülüp gitmişsin... Dünyada her şeye kavuşamayacağız, her şeye gönlümüzce doyamayacağız, bir şeylerin eksik kalması, ulaşılmaması bizi terbiye edecek, insan kılacak. Yaşamak insana hiç yetmeyecek. Hep bir “keşke” yumağı olarak kalacak zihnimizde. Sonsuz imkânların ve ihtimallerin olduğu bu evrende aklımız hep diğerinde, seçmediğimizde, gitmediğimizde, görmediğimizde kalacak. Hep kana kana içmek isteyeceğiz günleri, daha fazla yaşamak, daha fazla arzulamak isteyeceğiz. Buna da, hayat işte.