"Bu günlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara… Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba.. Ben her bahar aşık olmam, ama her bahar gitmek isterim. Gittiğim olmadı hiç, ama olsun… İstemek de güzel.” Şiirinde, gitmek arzusunu anlatır Can Yücel. Dostoyevski, suç ve ceza kitabında; “Herkesin gidebileceği bir yeri olmalı” der ve ekler; “çünkü öyle bir an olur ki, insanın mutlaka bir yere gitmesi gerekir.”
Peki ya sizin de zaman zaman gitmek isteğiyle, bir şeyleri değiştirmek, yeniden başlamak arzusuyla doluyor mu yüreğiniz? Hepimizin mutlaka oluyordur bir meşrep saatler; bıkkınlıklarımız, küskünlüklerimiz, monotonluklar yola çıkma isteği uyandırır. Pe ki neden gidemeyiz? Gücümüz vardır da, o adımı atacak cesareti bulamayız hiçbir zaman. "İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık… Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlıkla savaşıyoruz. Kalıyoruz… Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz. Evlenmeler, bir çocuk daha doğurmalar, borçlara girmeler, işi büyütmeler…” Şeklinde anlatır kalmaları şiirinin devamında Can Yücel. Tarkovski'nin bir hikayesinde; “Adam, bataklıkta batmakta olan bir başka adamı kurtarır; bu arada kendi hayatını tehlikeye atar. İkisi de nefes nefese kalmış bir şekilde bataklığın kenarında uzanırlar. Bir süre sonra kurtarılan adam der ki, 'Ahmak… Bunu neden yaptın?' 'Ben orada yaşıyorum.'" Bataklık, bize zarar verdiğini bildiğimiz halde uzaklaşamadığımız her yerdir. Sevdiklerimiz, bize bakar ve nasıl olur da oradan çıkmayı akıl edemediğimizi sorar. Oysa akıl edemediğimizden değil, cesaret edemediğimizden çıkamayız. Mevcut yaşantımızdaki tüm ıstıraplarımıza ve çektiklerimize rağmen, burada olmaya ve durmaya devam ederiz. İnsan bildiği acıyı, bilmediği bir maceraya tercih eder. Çünkü, canının ne kadar yanacağını, neyle karşılaşacağını bilirsin orada. Oysa yeni her şey, kocaman bir belirsizliktir. Ve o adımı atmadıkça; bir yandan daha büyük hayaller kurar, diğer yandan biriktirdiğimiz suçlulukla ağırlaşır ve daha da toprağa gömülürüz.
İnsan gençliğinde beslediği dağlar kadar büyük umutlarına ihanet edip, yaşamını dünyanın ve çevresinin gidişatına göre ayarladığı için, erken yaşta yaşlanıyor. Bazen çok arzuladığında, bazen de vazgeçtiğinde kazanırmış insan. Doğduğumuz eve, yaşadığımız coğrafyaya, çalıştığımız yere veya birlikte zaman geçirmek zorunda kaldığımız insanlara hapsolmak kaderimiz değildir aslında. Her şeye ve herkese rağmen, kendimizi iyileştirmenin, geliştirmenin ve aşmanın sürekli gayreti içinde olalım. Hayat, iyi kartlara sahip olmak değil; bazen kötü bir eli, en iyi şekilde oynama meselesidir.
Yıllar boyunca, bütün baharları dışarıda olmanın hayaliyle pencereden izleyen şair, Furuğ Ferruhzad'ın dediği gibi; “Cevherim var fakat onu korkudan gönlümün bataklıklarında saklarım.” Bir gün o cevheri dışarı çıkarmanız dileğiyle…