Dönercideydim. İş, güç, dost ziyareti derken dönerciler ve kebapçılar, Avrupa’nın iş ve sosyal yaşamında önemli bir yere sahip. Yabancılar için de buralar önemli çalışma olanakları sunuyor. Çoğunda ucuz iş gücü kullanılıyor elbette.
Uzun çalışma saatleri ve kaçak işçilik dışında, düşük ücretle çalıştırılan işler yeni gelen mülteciler ya da çalışma izni olmayanlar için bir sığınak. Bazı işverenler bu durumu fırsata çevirip üstü kapalı tehditlerle işçileri kendilerine muhtaç hale getirerek onların mağduriyetinden faydalanmaya çalışıyor. İşçinin içtiği kahvenin parasını isteyen açgözlü zengin yabancılar da yok değil.
Daha çok, daha çok... Doyumsuzluk ve hırs.
Bir Yunan restoranına da uğradık hanımla, kahve içmeye. Canımız soğuk frappe çekti. Yunanca selam verip içeri girmemizden hoşlanmış olan patron, yanımıza oturdu. Frappeleri kendisi yapmış. Ortak dil ve yarım yamalak, kırık şivemizle sohbet ettik. Türkiye’ye saç ektirmeye gidecekmiş. “Türkler bu işte en iyisi” dedi, haklı.
Dükkanın eski sahibiyle de dostluğumuz vardı. Onlar da Yunan’dı. Kadın şef, muazzam bir anne ve iyi bir dosttu. Hiç yabancılık çektirmeyen, mütevazı bir kadındı. Onun oturaklı ama sevecen sıcaklığı, dükkana özel müşteriler getiriyordu. Yapmacık değil, doğal bir davranış biçimiydi onunki. Yüreği yüzüne yansımıştı.
Frappeleri içtikten sonra vedalaştık. “Kahveler bizden” dedi adam. Ortak kültür benzerliği. “Al ki bir daha gelebilelim, olmaz” dediysek de almadı.
Bir daha gider miyiz bilmiyorum ama oradan geçerken muhakkak görürüz. Ya yeni saçlı haliyle ya yine aynı doğal haliyle... Ufak yer bizim buralar. Hemen herkes birbirini tanıyor. En azından bir yüz aşinalığı var. Dejenere olmamış insan kültürü hâlâ geçerli bir anlamda. Batıya doğru gittikçe daha çok kopukluk, dejenerasyon ve gettoculuk...
Bizim oralıların dönercisine dönelim yine.
İçeride bir masada yeni belediye başkanı, oğlu, ortak bir arkadaşları ve bir belediye meclis üyesi oturuyor. Yabancı değiller, tanışıklıktan selamlaşıyoruz. Neşe içinde sohbet edip gülüşüyorlar. İçeri giren başka bir kadın da onların yanına gidip esprilerine katılıyor ve kahkaha atıyor. Sohbet konusunu bilemiyoruz tabii ama neşeyle yiyip içiyorlar. Bizim gibi iki dakikada yiyip kalkmıyorlar. Bir Türk genç geldi, döner aldı. Dönerci, ikinci müşterinin dönerini hazırlamaya çalışırken bizim Türk yemeği yemiş bitirmişti bile.
“Ekmek ısınmadan adam yemeği yedi vallahi,” dedi dönerci.
İçeri girenler başkan ve masadakilere selam verip tokalaştılar. Tokalaşmak Almanlarda önemli bir dostluk ve saygı hareketi.
Yemekleri bitince kendi tabaklarını da alıp tek tek paralarını ödediler. Bizim “Alman usulü” dediğimiz tür yani.
Sonra aynı neşeyle, oradakilere veda edip gittiler.
Kapının önünde ne makam arabası ne protokol...
Herkes kendi arabasına binip gitti.
Bizde nasıl, bilmiyorum. Hiç belediye başkanı tanımadım. Burunlarından kıl aldırmayan kibirli insanlardan uzak durmayı tercih ederim.
Kibir, zayıflıktır...
Açgözlülük başka hesap...
Gavurun kültürü bir başka.
Biz elhamdülillah...