Cezmi Ancil


Beni Kureyza’dan Şam’a

"Ortadoğu’nun kanlı tarihi, geçmişin küskünlükleri ve mezhep çatışmalarıyla şekillenirken, barış ve adaletin mümkün olup olmadığı tartışılıyor."


 

Ahzab Suresi 26. ve 27. ayetler:
"Allah, kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku verdi. Onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz. Allah sizi onların topraklarına, diyarlarına, mallarına ve ayak basmadığınız arazilere varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir."

İsrail jetleri, Esad'ın devrilmesinin hemen ardından Şam'ın çevresi ile Lazkiye ve Tartus’taki askeri tesisleri günlerce bombalayıp imha ederken, “Rejim artıklarını temizliyoruz” diyen yeni rejimin intikam hırsıyla hareket eden unsurlarının, 1396 yıl önce İslam peygamberi damadı ve amca oğlu Ali bin Ebu Talib’in Medine’de Mekkelilerle yapılan savaş sırasında saf değiştirip karşı tarafa geçen Hayber’in Yahudi kabilelerinden Beni Kureyza’yı cezalandırmak için Hayber’i fethedip Şam’ı ticarete açmalarını bilmesi belki çok şey ifade etmeyebilir. Ancak Beni Kureyza’nın tarihsel damarının, modern Yahudi anlayışıyla Gazze’den Şam’a kadar ateş yağdırmasının Yehova mistisizmiyle olan bağını görmek şaşırtıcı değildir.

"Eski rejim kalıntılarını temizlemek" gibi tehlikeli ve insanlık dışı bir politik anlayışın normalleştirilmeye çalışılması, yarın başka politik figürler için de bir emsal teşkil edebilir mi? Yoksa bu, tarihsel küskünlüğün bir tezahürü mü? Ortadoğu’nun kanlı tarihinin, Aleviler için hiç de hoşgörülü bir imtiyaz tanımadığını gösterdiği bir gerçek.

Abbasilerin, Beni Kureyza gibi Beni Nadir ve Beni Kaynuka kabilelerine göstermediği imtiyazı, Fatimilerin göstermesini "müşrik hoşgörüsü" ile kınayan anlayış, Ali bin Ebu Talib'e fatura edilen yılların, hatta asırların bir tarihsel birikiminin sonucudur.

Bugün Nusayrilere karşı yapılan insanlık dışı uygulamalar, dünden bugüne gelen bir birikimin ürünü olmakla beraber, eski rejimin suçlularına yönelik hukuki soruşturma ve tutuklamalar anlaşılabilir bir gelenek olarak görülebilir. Ancak sivil halkın intikam hırsıyla şiddete maruz bırakılması, devletin süreklilik anlayışı ve güveniyle bağdaşmayan, tekçi devlet anlayışının dışlayıcı ve imha edici politikalarının bir yansımasıdır. Kısa vadeli devletlerarası çıkara dayalı ticari kazanımlarla açıklanamayacak bir yanılgı içinde olmak, uzun vadede bu politikanın bumerang etkisiyle tersine dönmesine neden olabilir.

Nusayrilerin, Esad dönemi iktidarında, Beni Kureyza’da öldürülen insanların ruhlarının savaş uçaklarıyla tepelerine yağacağını, Medineli müttefiklerinden gelebileceğini kestirmek bir yana, en demokratik refleks olan sosyal birlikteliği sağlayacak kültürel ve dayanışmacı yapılanmalara dahi gitmemeleri, bugünkü belirsizliğin temel sebeplerindendir. Mezhepsel ve bölgesel bir gönül dostlarının olmaması, İran ve Rusya gibi çıkara dayalı ilişkilerin değişebilirliği karşısında şaşkın kalmalarına neden olmuştur.

"Ya bize verin Şiileştirelim, ya siz Sünnileştirin" diyen İran’ın Nusayri dostluğunun, kendi derdine düşmüş bir devlete sitem etmenin anlamını yitirdiği noktada, Nusayrilerin yalnızlığı daha da derinleşmektedir. Rusya’nın yeni rejimle irtibat arayışına girmesi, Ukrayna çıkmazı nedeniyle zamanı olmaması, beş bin kişilik Dürzilerin gösterdiği iradeyi bile gösteremeyen Suriye Kürtlerinin, ABD ve İsrail güvencesine dayanarak en azından bir federasyonu çantada keklik görme rehaveti içinde olmaları, bu yalnızlığı pekiştirmektedir.

Kürtler, ne Nusayriler için kendi yol haritalarından vazgeçecek ne de bölgenin güçlü devleti Türkiye gibi askeri açıdan hatırı sayılır bir gücü karşılarına almadan siyasal çıkışlarını şekillendireceklerdir. Bu, bölgesel gerçekliğin bir sonucudur.

Cam tavan sendromu içindeki Kürt hareketinin yaşadığı inanç yorgunluğu, Kürt halkının sahip olduğu demokratik gelenekle bu süreci, birlikte yaşadığı kesimlerle ortak bir akılla aşmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Lazkiye sahillerinin rehavetinin neleri göz ardı ettiğini acı bir şekilde görmekteyiz. İdlib ve çevresindeki cihadist grupların ısrarcı ve inatçı siyasal duruşları, bu sendromu hiçe sayarak iktidarı ele geçirmelerine neden olmuştur. Ancak halkların ve dini grupların yeni düşmanlık sendromlarına yol açmadan, yine ortak akıl ve çözümlerle süreci aşmaları mümkün olabilir.

Aksi durumda, kılıçla iktidar olunup, kılıçla iktidarı sürdürme alışkanlığının sonuçlarına katlanmak zorunda kalınacaktır. Bunu kim isteyebilir ki?

Tarih, bilinmezliklerin acı reçetesini masum insanların adına da yazıyor…

Ayrılık, ötekileştirme, katliam, idam, recm, geri kalmışlık, eğitimsizlik, savaş, dışa bağımlılık, düşmanca birikimler, Ortadoğu halklarının ve İslam topraklarının kaderi olmamalıdır.

Döneminin ilk insan hakları beyannamesi niteliğinde olan Medine Sözleşmesi gibi yeni bir sözleşmeyle bütün halkları kucaklamak mümkünken; etnik ve dini inanç gruplarını dışlamayan, adalet temelli bir anlayışla bölgesel huzuru sağlamak da mümkündür.

Ortadoğu'nun baharı, savaş ve yıkımla değil, barış ve adaletle mümkün olabilir.

Zor değil…

Adıyaman

18.03.2025

  • İMSAK 05:06
  • GÜNEŞ 06:27
  • ÖĞLE 12:40
  • İKİNDİ 16:04
  • AKŞAM 18:43
  • YATSI 19:59

Türkiye-Almanya film festivali sona erdi: 9 ödül sahiplerini buldu

Almanya'daki genel seçimin kesin sonuçları açıklandı

Hilmi Volkan: "Müziğimi Mühendis Gibi İnşa Ediyorum!"

HSV Magdeburg'u Deplasmanda Ezdi Geçti: 3-0!

St. Pauli’den Kritik Zafer! Hoffenheim’i Tek Golle Geçtiler

'Yaralarım Aşktandır ' Münih’te Tiyatroseverlerle Buluştu