Kibar ÖZKAN


BİR KİTABIN İLK SAYFASI...

Gördüğüm rüyanın etkisiyle uyanmıştım, çok gerçekti. Bana bakarak havlayan o açık kahverengi köpekten korktuğumu hatırlıyorum. Ama o sesi duyduktan sonra rüyanın devamı var ilginç.


Gördüğüm rüyanın etkisiyle uyanmıştım, çok gerçekti. Bana bakarak havlayan o açık kahverengi köpekten korktuğumu hatırlıyorum. Ama o sesi duyduktan sonra rüyanın devamı var ilginç. 

Karanlık bir binanın içinden çıkıyorum, bir köy meydanına doğru ilerliyorum. Yalnız ve sakin yürüdüğüm o binanın girişinden çıktığımda sağ tarafımda kalan toprak evin yanında başka bir köpek havlıyordu. Çok korktuğumdan bağırıyorum. Sonra köpeğin zincire bağlı olduğunu görüyorum. Oh! Bir rahatlama. O küçücük topraklı yolun birbirine bitişik evlerinin hepsinin önünde zincire bağlı köpekler var. Sonrasında gelinlik giyen genç kızlar görüyorum. Yine şaşırıyorum. Sonra da firketeye takılmış, küçük nazar boncuğu görüyorum. Kumral, tatlı mı tatlı bir erkek bebek bana gülümsüyor ve nazar boncuğun takılı olduğu firketeyi kazağımın göğüs kısmına gelen yerine takıyorum. Rüya bitiyor burada. Ama ben nasıl oluyor da köpeğin sesini duyarak uyanıyorum, anımsayamıyorum. Hayır olsun diyerek yataktan kalkıyorum. Üzerimde akşamdan kalma üzüntümün verdiği bir dinginlik var. Hava da bu minvalde, soğuk görünümlü durgun bir hava var. Bodrum katındaki evin boyumdan büyük penceresinden görüyorum dışarıyı. Bir hikmet işe gitmek için hazırlanıyorum. İçinde kendimi iyi hissettiğim kumaş vari pantolonumu ve ütüye ihtiyaç duymayan yine de şık göstermeyi başaran beyaz bluzumu giyiyorum. Yola çıkarken, tüm yorgun zamanlarımda imdadıma yetişen müzik dinleme ritüelimi erteliyorum, bir başka sabaha. Tren istasyonuna yürürken düşünüyorum. Ama bir türlü düzene koyamıyorum düşüncelerimi. Vücudum kadar sakin değil zihnim. Tıpkı yol kenarındaki fırından sağa sola savrulan poğaça kokusu gibi. İnsana huzur veren bu poğaça kokusu da zihnimi yani beni etkilemiyor. Ben, o an da kalmıştım. O andan bir mana çıkarmaya çalışıyor, bir derinlik kazandırmaya niyet ediyordum. Trenden inmiştim. İstasyonun dışına çıktığımda simitçi tezgahtarı, "gevrek gevrek" diye bağırıyor, güvercinler aynı noktaya doluşuyor, adeta yaşamın muhteşem olduğunu kanıtlarcasına ses çıkarıyorlardı. Bu plansız seremoniden sonra köhne denilebilecek yola girdim. Aslında bu zihnimin içine de geri dönmem demekti. Tüm cesaretimi topladım ve o anı tekrar düşündüm. Beni beklediği saatte oradaydı Geç kalmamış olmanın rahatlığı ama birazdan olacakları hissedercesine o an için yerinde olmayan bir kaygıyla odaya girdim. Sıcak denilecek bir karşılamaydı. Selamlaşmanın ardından oturmamı rica etti. Deri kılıflı koltuğa oturdum. Koltuğun yapısı tüm kontrolümü kaybettiğim hissiyatı verdiği için beni rahatsız etti. Sonra yanımdaki diğer ikinci kişiyi ve onu bir an beynimde saf dışı bırakarak odanın atmosferine kapıldım. Geçmiş hüzünlerin hep yaptığı gibi içimi huzur kaplamış, merak duygumu Nirvana'ya ulaştırmıştı odanın havası. Ama bu seferki merakımı kendime sakladım ve sadece baktım. Zaten bakmaktan başka mecalimde kalmamıştı. Odayı boydan boya kaplayan kitaplığın dışında kalan yerde tablolar asılıydı. Bunlar bir ressamın elinden çıkan eserler değillerdi. Franz Kafka’nın doğduğu şehir olan Prag’ın, ismini sonradan öğreneceğim bir caddesinin fotoğrafı vardı. Tabloda Kafka ve Pragul yazıyordu. Hemen üstte Yeraltından Notlar filminin başrol oyuncusu Engin Günaydın’ın portresi duruyordu. Onun yanında kara veba döneminde doktorların vebalı insanlara rahat yaklaşabilmek için kullandıkları kuş gagasına benzer başka bir tablo vardı. Bu odaya dördüncü kez gelişimdi ve her gelişimde mutlaka yeni şeyler görüyordum. Odaya yeni şeyler konulduğu için değildi, loş ışıkta yapılan konuşmalar bugün ilk kez odayı kuşatan bir ışıkla yapılıyordu. Bu atmosferi soludukça ona kızgınlığım geçmişti. Kin duyuyor muydum? Şu an bilemediğim bir duyguydu. Bildiğim ise o gün beni derinden üzen, ilmek ilmek işlediğimi düşündüğüm hayatımı, kişiliğimi tek kelimeyle yıkması değil aynı zaman da, o var olma savaşında bulunduğum, eşiği bana hatırlatmasıydı. Henüz eşiği geçemediğimi kalın harflerle anlatmıştı. Hem de gözümün içine baka baka. Muhtemelen böyle bir niyeti yoktu. Fakat hayat hangi sebebin ya da niyetin ne ile sonuçlanacağını en iyi planlayandı. Ben tüm bu yangın yeri olan duygularımı bir kenara bırakmıştım. Evet evet o her şeyden öte yüzeysel insanların içinde bulunduğum yoz ve de ayaz bir dünyadan derinliğin, anlayışın, manayı kavrayışın daha farklı yolu olduğunu göstermişti. Beni var edecek zorlukların bedelleri ağır olsa da yaşamaya değer olduğu umudunu, bana hiç söz vermeden vaat etmişti. Onu bir umut olarak görmüştüm. Tüm bu sığlıklara, aynılıklara, materyalistliklere karşı bir sığınak.

Her şeyden öte bir eşikti...

Sevgilerimle...

Adıyaman

05.12.2024

  • İMSAK 05:54
  • GÜNEŞ 07:20
  • ÖĞLE 12:23
  • İKİNDİ 14:54
  • AKŞAM 17:15
  • YATSI 18:36

Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Şen: 'Türkiye Alman şirketlere enerjide sürdürebilir çözümlerde ortaklık sunuyor'

Danimarka'da, yabancı bayrakların dalgalandırılmasını sınırlandıran yasa kabul edildi

Almanya'daki seçmen sayısının yaklaşık 59,2 milyon olduğu açıklandı

Bir Bavul Dolu Hikâye – Çocuklar İçin Masallar

SEMİH NARLI “YARIM KALAN HAYALİN PEŞİNDEYİZ”

Hannover, Almanya’nın İlk "Yardımcı Köpek Dostu Belediyesi" Oldu