Can pazarı denir ya hani: “Doğarsın, yaşarsın, ölürsün.”
Her ölüm de bir yaşamdır aslında denir ama ona rağbet pek yok.
Cazip değil yani…
Aslolan; dimdik, onurla, hakça yaşayıp ölümü bilinçle karşılamaktır. Sonrası her neyse artık…
Yaşarken pek düşünmez insan ölümü… Ciddiye almaz. Gençken ölüm yokmuş gibi. Ya da dış dünyaya, çevresine gözünü kulağını kapatan, kalbini kapalı tutan, bencil, korkak yaşamak; ölüm yokmuş gibi…
Neyse, herkesin hayata bakışı kendine…
Genç de olsan, biyolojik olarak bu yolculuğun bir yerde sona ereceğini bilmeden, ayakların yerden kesilircesine yaşasan bile, yolun sonundaki soğuk rüzgâr yüzüne vurduğunda ölümle burun buruna gelecek çaresiz insan.
Günahı sevabı boynuna…
Kimi ezdin, kimin hakkını yedin, kime zulmettin; mazlumun yanında oldun mu, çocuğu ezdin mi, doğayı katlettin mi, ağacı, çiçeği, hayvanı korudun mu?
En önemlisi de insanı sevdin mi? Aşık oldun mu? Yaradılışın o muazzam duygusuna nasıl saygı gösterdin, nasıl sevdin? Sevdiğini koruyup kolladın mı? Onların haklarını savunup bedeller ödemeyi göze aldın mı?
Belki de bizim kapı dostumuz gariban Pati gibi mi yaşadın? Ya da evde mırıl mırıl uyuyan, sırnaşık Kedicik gibi mi?
Sahi, nasıl yaşadıysak yaşayalım, bir bakmışız epey yol almışız…
Bir arkadaşın tavsiyesiyle ölümden sonraki süreci de hazırlamak gerekiyormuş. İnsana soğuk geliyor ya…
Cenaze işleri… Hacı, hoca, kefen, musalla taşı… Aman Tanrım, içim üşüdü…
Avrupa’da yaşayanlar genellikle kendi vatanında gömülmek isterler. En doğal bir tercihtir.
Avrupa’nın mezarları çok temiz, bakımlı, güllük gülistanlık gibi gerçekten… İnsanın “ölesi geliyor” dedirtecek cinsten.
Fakat sanırım her on yılda bir ücreti yenilemen gerekiyormuş. Memleket öyle değil. Ömür boyu yat, yatabildiğin kadar… Cehennem azabı ya da cennet hurileriyle rahatlık içinde yaşa yaşadığın kadar ya da… Öyle derler, ben bilmem. Günahı herkesin kendi boynuna.
Neyse, ben de arkadaşın önerisine uyarak Alevi kurumuna başvurdum.
Daha adildir, hak hukuk gözetir dedik. Hem aynı toprağın insanıyız ya… Tanışıklık işte… Üstelik o kadar cezaevi yattık. Onların da hak hukuklarını savunduk, bedel ödedik ya…
Cevap geldi:
“Yaş ve kalp sorunu göz önüne alınarak bin beş yüz euro.”
Yuh yani… Ölmek neymiş de masrafı daha beter…
Gençlere beş yüz, orta yaş bin euro, yaşlılar bin beş yüz…
Piyasa fiyatı can pazarında…
Neyse, hele bir de bir camiye başvuralım dedik.
Eski, önemli bir Kürt dini liderin adıyla kurulmuş. Kürdi falandı galiba… Saygılı, kibar bir adamdı. Caminin içinde çocuklar oyun oynuyordu. Görevli bir bayan da yardımcı olmaya çalıştı. Çocuklara göz kulak oluyordu.
“Dokuz yüz euro.”
Eh, ilkine göre iyi gibi…
Bir başka camiye daha başvurduk. Yakın olduğu için kendi aracımızla gittik. Milli Görüşçülermiş. Bilmem, ben millî falan… Kimdir, nedir. Ucuz ve normal bir ibadet yeri olsun da millî olmasa da olur. İbadet yeri nihayetinde.
Kapının önünde yaşlıca insanlar sohbet ediyorlardı. Şişmanca, iri bir adama yönlendirildik.
Saygıyla karşıladı. Büroya geçtik. Adam şişmanlıktan nefes sorunu yaşıyor.
“Benden önce gider bu adam,” dedim hanıma fısıldayarak.
“Sus, duyar; ayıp olur,” diyerek dürttü beni. Facebook dürtmesi gibi…
Sahiden bir tane sayfa arkadaşı var; günde üç beş kez dürtüyor beni. Cevap vermeyeyim de dürtmesin diye geri dürtmüyorum ama o habire, usanmadan dürtüyor. Diğer tarafa gidene kadar ne kadar dürter bilmiyorum. O tarafta kim dürtecek, onu da bilmiyorum.
Hoca efendi kimliklerin fotokopisini çekti. Nefes nefese kaldı eğilip doğrulmaktan.
“Beş yüz euro.”
Aaa, bu daha iyi.
Doktor raporu gönder, işlemleri başlatalım dedi.
Ucuz ya… Hemen ölmek istermiş gibi doktora gittim, durumu anlattım.
Doktor şaşırdı:
“O nasıl iş ya… Ne demek ölüm masrafı falan?”
“Neyim var, neyim yok sen yaz, bana ver,” dedim.
Yazdı, verdi…
Götürdük, caminin posta kutusuna koyduk.
Bir süre sonra telefon geldi.
Genç bir kız arıyordu. Sesi çok güzeldi. Kibar ve tane tane konuşuyordu.
“Doktor raporu kabul edilmedi, tekrar ve daha kapsayıcı olsun,” dedi.
“Ya bir öleceğiz, kimseye yaranamıyoruz,” dedim.
“Tamam kardeşim, gerek yok,” dedim kıza.
“Nasıl yani?”
Anlamadı kızcağız.
“Ölmekten vazgeçtim,” dedim.
Şimdilik vazgeçtim.
Ne zaman ölürüm, kim kaldırır, bir el atar, omuz verir; kim dürter, kim küfreder bilmiyorum.
Hakkını helal eden de olur, etmeyen de; “bir pis herif daha gitti bu dünyadan” diyen de olur, “iyi adamdı” diyen de belki…
Elazığlı imamın dediği gibi, “gömün a…na koyam” diyen de olur muhakkak.
Kim ne derse desin.
Ölmekten vazgeçtim.
Şimdilik…




