Daha ilk gençliğimde okuduğum, Nihat Behram’ın yazdığı kitabın adıydı "Darağacında Üç Fidan" ve kitabın sayfaları arasına ölmüş beyaz bir kelebeğin kanatları durur hâlâ...
68 kuşağının gençlik önderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, 52 yıl önce bugün Ankara’da idam edildi. Onlar; dünya görüşleri nedeniyle, komünist oldukları gerekçesiyle asıldılar. Türkiye Cumhuriyeti adalet tarihine hukuksuzluğun en unutulmaz lekesini bırakan örneğiyle; kuşaklar boyunca kanamaya devam eden yara ve insanlık trajedisi bırakmıştır, ne yazık ki bu olay. Üç üniversite öğrencisinin Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre, ölüm cezasını gerektirecek eylemleri, suçları yoktu. Ellerini kana bulayıp, cinayet işlememişlerdi; yazılı tarihin en barbar, en ümitli, en cesur günlerinde yaşıyor ve ülkelerini çok seviyorlardı. Gençlerin dünyası 1960’ların ikinci yarısında ikiye bölünmüştü. "Faşizm" ile "sosyalizm" diye. "Düzen" ve "devrim" diye... O dönemin ilerici, yurtsever, anti-emperyalist ve anti-faşist eylemlerinde o ve arkadaşları yer almıştır. O zamanlar demokrasi tanımlarımız farklıydı. Türkiye halkının bağımsızlığı için savaşır, Marksizm-Leninizm’in yüce ilkelerini savunurlardı. Onlar; karşılıklı sınıf çatışmalarının yer aldığı günlerde, egemen güçler tarafına uymadıkları için bu cezaya çarptırıldılar. Kısacası; iç ve dış sömürü talana karşı gelmişler, başkaldırmışlar ve haklarını aramışlardır. Türkiye'de sağ ile sol gruplar arasındaki çatışmaların yoğunlaşmaya başladığı 1970 yılında Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan ile birlikte Ankara'da Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu (THKO) kurdu. Ocak 1971'de THKO adına Ankara'da bir banka soygunu gerçekleştirildi. Bunun ardından hali hazırda hakkında yakalanma kararı olan Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan "vur emri" ile aranmaya başlandı ve ödül konuldu. Gezmiş ve Aslan, 12 Mart 1971'deki muhtıradan 4 gün sonra Sivas'ın Gemerek ilçesinde yakalanırken, bundan bir hafta sonra da İnan, Kayseri'de yakalandı. Gezmiş, Aslan ve İnan; Ankara 1 No.'lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından yargılandı. Yapılan yargılama sonucunda, eski haliyle Türkiye Cumhuriyeti "teşkilatı esasiye kanununun tamamını veya bir kısmını" ortadan kaldırma suçuna idam cezası öngören Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı maddesi uyarınca suçlu bulundular ve idam cezasına çarptırıldılar. Daha sonra idam kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından da onaylandı.
5 Mayıs’ı 6 Mayıs 1972’ye bağlayan karanlık, yağmurlu bir bahar gecesi… Deniz Gezmiş, başgardiyanın odasında sandalyede oturuyordu; çok sayıda subay, polis şefleri, infaz savcısı ve Ankara emniyet müdürü vardı. Oda, cezaevi avlusuna bakıyordu, pencereden avluda kurulu ve ölgün bir ışıkla aydınlatılmış darağacı görünüyordu. O gece Ankara Cezaevinde hayat dolu, umut dolu üç genç idam edilerek öldürüldü. Biri 23 yaşında, öteki ikisi 25 yaşında. Müzeye dönüştürülmüş, Ankara Ulucanlar Cezaevine ziyaretimin üzerinden daha bir ay geçmemişken anılarım halen gözlerimin önünde. Yattıkları demir ranza, adımladıkları avlunun zemin taşları, yıkandıkları hamam, hapsoldukları zindan, kaldıkları koğuş ve ruhlarını teslim ettikleri o melun üç ayaklı darağacı, üzerine bastıkları tahta tabure… Yaşadıkları isyanı, korkuyu, vedayı düşündükçe haksızlık bu diyorum. Ankara’nın Karşıyaka mezarlığında üç mezar kırmızıya çalan mermerlerle örtülü. Mezarların ortasında kan gölünü andıran mermerden bir motif vardır. Kan gölünün ortasına, gül ağacı dikilidir. Güller baharda açar, rengarenk… Üç mezarın üstünde, üç gencin adı yazılıdır. Doğum tarihleri bir de… Ölüm tarihleri yoktur….
Ruhları şad olsun…