1970'lerin sonları. Sokakların tatlı bir kalabalığı vardı. Şimdilerde açmaya korktuğumuz pencereler ardına kadar açıktı. Odalarda bahar gezerdi; papatya, çimen kokusu. Kuş sesi, çocuk sesi ile karışır; komşu sohbetleri, sokak satıcılarının naraları şarkı-türkü kıvamında yayılırdı Arnavut kaldırımlı sokaklarda. Açık kapılardan taşınan demlik demlik çaylar, biskuviler, araya ezilen güllü lokumlar. Canı sıksa da, can almayan dedikodular, tartışmalar. İşten dönen yorgun babalara yakalanmadan biraz daha fazla oynamaya çalışan, bir gözü topda diğeri baba yolunda kirli, terli, haşarı çocuklar. Camdan cama ya da sokağa atılan sıcak genç bakışlar. El tutmalarda bile gönüllere düşen cemreler. Köşesi yırtık yer sofralarında kuru fasulye, domatesli bulgur pilavı. Yanına yumruklanıp cücüğü evin en küçüğüne verilmiş sulu kuru soğan. Sofrada doymuş gözler, doymuş mideler, üstüne sıcacık çaylar. Komşuyu aç yatırmayan yarı tok canlar. Adı mutluluk olan her noktaya bir nefes uzaklıkta yaşam.
ELMAS NİNE CENNETİ
Gelin olarak gelinen evde tüketilmiş koca bir yarım asır. Eşinin ölümünden sonra yanına çağırdığı kız kardeşi ve ikiz erkek çocuklar. Yani birileri gitse de bir türlü küçülmeyen aileler. Mahallenin en güzel bahçesi: İncir, nar, üç çeşit erik, elma, armut, şeftali, iğde, dut. Sanki cennet bahçesi. Bembeyaz eller ile her gün çapa, her gün temizlik. Mahalle çocuklarının en büyük zevki Elmas Nine Cennetinden çalınan meyveleri yemek. Hani o cennetten kovulan Adem'in öz ve öz çocukları. Yine iş başındalar. Arka bahçede çocukları kovalar iken bilerek yakalamayan Elmas Nine biraz sonra elinde taze kopardığı meyveler ile bir yandan çocukları sevindirir, diğer yandan tatlı tatlı fırçalardı. Derdi de dallar kırılmasın, ziyan olmasın fazladan toplanan meyvalar ninenin. Ama işin zevki adrenalindeydi Adem'in oğulları için. Yani bir türlü bitmezdi o kovalamacalar, ders niteliğinde tatlı fırçalar. Aslında o dallar da kırılmazdı o bahçede. Çünkü Elmas Nine'nin sevgisi yumuşatırdı çocukların hem yüreğini, hem de ellerini.
KURUYAN CENNET…
Hayat bir merdiven olsaydı birçok basamağı çürük, yağlı, kırılgan olurdu. Basamaklarında kan: kimi taze, kimi kurumuş; ama hala taze kan kokuyor olurdu. Cennetin senelerce bir dalı bile çürümemişken kurumaya başladı ağaçları nedense. Sıra sıra çöktü ağaçlara ölüm. Nar ağaçları döktü yapraklarını, karıncalar delik deşik ettiler dallarını, gövdesini. Sonrasında diğerlerini. "Hastalıkdır" dediler ağaçları bitirenin. Sonrasında bir tek dut ağacı ile incir ağacı kaldı bahçenin ortasında. Anlam veremedi Elmas Nine arka bahçesindeki bu mezarlığa. Neyi eksik ya da neyi fazla yapmış olabilirdi ki böyle?
Çok geçmeden askeri darbe sonrası çocuklarından biri hiç anlamadığı ve bulaşmak istemediği için de kaçtığı siyasi ortamların birinde yanlış anlaşılma sonucu kalabalık bir grup tarafından linç edilerek öldürüldü. Diğer kardeş de bir sene sonra kanser illeti yüzünden hayatını kaybetti üç ay içerisinde. O zaman anladı bahçenin anlamsız akıbetini Elmas Nine. Hazırlıklar yapılmıştı olacaklara aslında yavaş yavaş. Nar ağacının damarlarını kemiririken karıncalar, gelecek fırtınanın ne kadar güçlü ve yıkıcı olacağının haberini vermişlerdi Elmas Nine'ye.
Kendi elleri ile devirdi arka bahçedeki dut ağacını Elmas Nine. Çünkü onu oğulları doğduğunda dikmişti kendi elleri ile onlar adına. Bir tek ocağının tam ortasına dikilmiş incir ağacını bırakmıştı ortada. Zaten kimin diktiği de belli değildi yaşlı incir ağacını. Bir gün hiç kimseye haber vermeden, bir çöp bile almadan kız kardeşi ile kayboldu, gitti Elmas Nine. Geride bıraktı kiremit çatılı toprak evi, arka kısmında kurumuş mezarlığı; ortasında incir ağacı ile.
Kimse bilmedi nereye, neden gittiler diye.
Sizce nerede Elmas Nine?