Merhameti unuttukça kendimize de yabancılaşıyoruz.
Kalabalık caddelerden geçerken farkında olmadan bir oyunun figüranlarına dönüşüyoruz. Adımlarımız hızlı, bakışlarımız sabit, yüzlerimiz ifadesiz… Herkes bir yere yetişmeye çalışıyor ama kimse kendine yetişemiyor. Yanımızdan sessizce geçen bir acı, bize ait değilse yok sayılıyor. Görmediğimiz her yüz, duymadığımız her ses, aslında bizi biraz daha eksiltiyor.
İnsanın başkasına yabancılaşması belki anlaşılır: zaman darlığı, şehir karmaşası, modern yaşamın temposu… Ama insanın kendine yabancılaşması, işte asıl kırılma burada başlıyor. Gün geliyor, aynaya bakıyoruz ama gördüğümüz yüz bize yabancı geliyor. Duygularımızı bastıra bastıra, kendi sesimizi sustura sustura sonunda kendimizi bile duyamaz hâle geliyoruz.
Modern kültür, “Kendi hikâyenin başrolü ol.” diye fısıldıyor kulağımıza. Ne var ki biz bu sözü yanlış yorumluyoruz. Başrol olmak, sahneyi tek başına kaplamak değil; sahnedeki diğer oyuncuları da görmek, onların hikâyelerine tanık olmak, acılarını ve sevinçlerini duyabilmek demektir. Oysa biz “ben” kelimesini büyütürken “biz” kelimesini silikleştirdik.
Merhamet, çağımızın unutulmuş dili hâline geldi. Bir zamanlar yardım isteyene yardım etmek, yol sorana anlatmak, ağlayan birine “İyi misin?” demek insan olmanın doğal bir parçasıydı. Şimdi bu refleksler yerini görmezden gelmeye bıraktı. Çünkü acıya bakmak yorucu geliyor; hissetmekse fazlasıyla riskli.
Ama unuttuğumuz bir şey var: Merhamet yalnızca başkasını iyileştirmez, bizi de iyileştirir. Birine dokunduğumuzda kendi yaralarımız da hafifler. Bir başkasının sesini duyduğumuzda kendi iç sesimiz de canlanır. İnsanlığımızı korumak, başkasına uzanan ellerimizle mümkündür.
Peki, nereye gidiyoruz?
Eğer böyle devam edersek varacağımız yer; kalabalık ama yalnız, hızlı ama ruhsuz, gelişmiş ama merhametsiz bir dünya olacak. Kendimize yabancı, birbirimize uzak bir dünya… Ve orada zaferlerin, kariyerlerin, başarı hikâyelerinin hiçbir anlamı kalmayacak.
Belki de en büyük devrim durmak olacak. Bir sokak köşesinde nefes almak, yanımızdan geçen birinin yüzüne bakmak, onu fark etmek… Ve o an kendi yüzümüzü de yeniden tanımak. Çünkü kendine dönebilen insan başkasına da dönebilir.
En büyük yenilgi, insanlığımızı kaybettiğimizde yaşanır. Ve bu yenilgi hiçbir kazançla telafi edilemez.