Uzun bir zamandan sonra çocukluğumun, bir yerde gençlik yıllarımın geçtiği memlekete, Pınarbaşı’na tek başıma yolculuk yaptım.
Çocukluk arkadaşıma başsağlığı dilemek için gitmiştim Pınarbaşı’na. Hem bu üzücü durumun verdiği hüzün hem de uzun zaman sonra geçmişi düşünme fırsatı bulmam, bana kendimi manevi anlamda eksik hissettirdi. Kuşkusuz tam olarak adını koyamadığım bu duyguya, dinlediğim duygusal müziklerin, cam kenarında oturarak izlediğim tozlu yolun, âdeta bir vedanın sembolü olan sararmış otların etkisi olmuştur. Neleri arkamızda bırakmamıştık ki. Çocukluğun o saf ve masum hâllerini yeniden hissedebilir miydim? Bu dünyadan ebediyete göçen akrabalarım, tanıdıklarım ne olacaktı peki? Bu duygu ve düşüncelerin keskinliğinden mi bilmem, yol bana çok kısa geldi? İlçeye girişte gerçek hayata döndüm. Meraklı gözlerle çevreye bakınmaya başladım. Tabiri caizse baktığım yerlerde yeller esiyordu. Akıbetini sonradan öğreneceğim yılların otobüs terminali yoktu. Kaldırmışlar. Tuhaf hissettim. 10 dakika sonra ineceğim yere geldim. Eskiden burada olan market de yoktu. Afalladım. Boş, dümdüz bir alanda inmiş oldum. Sonra karşımda apartmandan bozma, bir zamanlar benim de gittiğim dershane binasını gördüm. Ergenliğimin doruklara ulaştığı günlerdi. Buruk bir tebessümle onu da arkamda bıraktım. İlerlerken oto tamir dükkânlarını gördüm yol boyu. O yollar, dükkânlar… Aman Allah’ım nasıl bir eskimişliktir böyle! Arkadaşımın evine giden yolu uzatmaya karar verdim. Hüznümü, sevincimi, heyecanımı ilk yaşadığım mahalleye gittim. Bizim yaşadığımız evin yıkıldığını biliyordum ancak yine de yeniden görmek istedim. Hava, Yaşar Kemal’in romanlarında anlattığı gibi kuru sıcaktı. Kimsecikler yoktu mahallede. Araba bile geçmiyordu. Bu sıcak havada ve çetrefilli sessizlikte özellikle 17 yaşındaki beni hatırladım. O sobalı, kırık dökük evde ne hayaller kurmuş ve hayatımın nasıl ilerleyeceğini kurgulamıştım acaba? “İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır.” demişler. Ne doğru! Hatırlamaya çalıştım o günleri. Gülmek ile ağlamak arasındaki ince çizgiyi yaşadım. Sonra baktığım birçok yerde benim bildiğim evler yoktu. Yıkmışlar. Var olanlar da çok eskimişti. Birkaç tane yeni, renksiz, soğuk ve mesafeli evler yapılmıştı. Kendimi, zamanda yolculuk adında bir belgeselin içindeymişim gibi düşündüm. Bu anı orada bırakıp arkadaşımın evine doğru gitmeye başladım. Giderken yine beni sürprizler bekliyordu. Ana yol geçtiği için mahalle neredeyse çukura gömülmüş. Zor olsa da arkadaşımın evine gidebildim. O, benim çocukluk arkadaşımdı. Gençliğimin de güzel anıları vardı onda. Hüzünlü karşılaşmanın ardından yine geçmişi yad ettik. İnsanın, yaşı ilerleyince geçmiş günler hâliyle daha anlamlı geliyor. Bize göre de bizim zamanımızda her şey çok daha güvenilir ve güzeldi. Birkaç saatlik sohbetten sonra arkadaşımla birlikte Kayseri’ye dönmeye karar verdik. Akıbetini merak ettiğim otobüs terminalini çarşı diye adlandırdığımız merkeze taşımışlar. Oraya mezarlığın olduğu yoldan yürüyerek gittik. Hem zaman sorunundan dolayı hem de arkadaşımın çocuğunun etkilenmemesi için mezarlara uğrayamadım ama o geçiş yolunda bir zamanlar hayatta olan tanıdıklarımın orada, öylece olduklarını bilmek, yine yeniden bana derin bir duygu yükledi. Dua ettim, “Hoşça kalın.” dedim içimden beni duyduklarını varsayarak.
YAPMAK İÇİN YAPMAK
Malum otobüs terminali için merkeze geldiğimizde bizi karşılayan kocaman eskimişlikten başka bir şey değildi. Nasıl bakımsız ve nasıl özensizdi her yer. Bunu bir bakışta anlıyorsunuz. Biletler alındıktan sonra otobüs saati için masası olan bir bankta beklemeye başladık ama o bankta oturup ağız tadıyla sohbet etmek ne mümkün. Masa ile bank arasında acayip bir mesafe var. Bankı tercih edersen arkadaşının sesini duyamayacaksın, masaya yaklaşırsan bel kemiğinden ödün vereceksin. Anlayacağınız, o kadar özensiz, o kadar yapmak için yapılmış ki şahsen ben hiç rahat edemedim. Memleketin en büyük derdi de bu değil mi? Yapmak için yapmak. İnsanı düşünmeden rastgele “Bak, biz hizmet ediyoruz.” mesajı vermek sadece.
YOLCULUKTAN ALINAN DERSLER
Sıradan ama aslında sıradan olmayan bir günlük yolculuğum süresince ben şu dersleri aldım:
Mekânları, yerleri güzel yapan sevdiğimiz kişilerin orada olmasıdır.
Yalnızlığın cezbedici yanı olsa da bir şeyler paylaşabildiğin arkadaşların, yıllar da geçse değer görmeyi hak eder.
Ait hissetmediğin yerleri terk etmek, kendine olan saygı için gereklidir.
Bazen de geçmişi yok saymakla geçmiş yok olmaz.
İnsanın yaşanmışlığına, maneviyatına değer verilmeyen yerde insana saygı yoktur. Açık ve net. Geçmişe saygı bugünü güzelleştirir. Lakin çağın koşullarını, teknolojiyi, bakımı da ihmal etmemek gerekir.
Hayatı olduğu gibi kabul etmek gereklidir ancak yanlış ve doğruyu aynı kefede değerlendirmek hayata haksızlıktır.
Önem verdiğin anılar eskimez ancak yukarıda belirttiğim gibi insan, unutan bir varlık. Tozlu raflardan alınan kitap gibi bazen bakılması gerekir. Mekânların önemi burada ortaya çıkar. Bu nedenle hayat, farkındalık içinde yaşanmalıdır.
Sevgilerimle.