Türkiye dört mevsim olmanın güzelliklerini bu aralar aşırı sıcaklıklarla yaşıyor. Ya da güneşin altında ekmeğini çıkarmaya çalışanların kaderlerini umursamadan, ateşinin onları yaktığını umursamayan insanların yaz sezonu hakkından yararlanma çabasının telaşı hemen bütün bölgelerde görülüyor.
İnsanlar, Avrupalıların imrendiği güneşin keyfini çıkarmaya çalışadursun, zenginler tatil yerlerine kaçarken, yoksul ve alt gelir grupları şeker torbasından devşirme beyaz mayolarıyla ya da karpuzunu alan, çağa çoluk trenlere, kitle ulaşım araçlarına veya kendi araçlarıyla denizlerden deniz beğen misali bir kıyıya kendini atma telaşıyla yollara düşüyorlar...
Kimileri ise park ve bahçelerde, su kenarlarında cızbız mangal keyfi için yer kapmaya çalışıyor.
Memleket sıcaklıklardan payını alırken, Elazığ farklı bir ateş ile karşı karşıya kalıyordu.
Eyyam-ı Bahur sıcakları, Afrika ve Basra sıcaklıkları Elazığlıların farklı bir moral bozukluklarını umursamadan Hazar kıyılarından Keban kıyılarına, Fırat kıyılarını kavurup Elazığ uzun çarşıda satıcı, dilenci Suriyeli küçük çocukların avuçlarını yalayarak serin kafelerde sohbet konusu oluyordu.
Sıcaklıkların bile eyyam yaparak Elazığ'a gelmesi, Elazığ'ın kimlik dokusuyla mı ilgili yoksa Gakkoş kültünün demode kalıntılarını umursamadan bir gerçeği fısıldama esintisi mi, onu Sevan Nişanyan'ı adeta doğrularcasına, bir gerçeği sessizce ifade etmesi mi bilmiyorum.
Zamanında Sevan'a gösterdiğimiz tepkinin altında da kalmamak için Elazığlı oluşumuzun mahcubiyetine sığınarak, Elazığ'ın vişne şurubunun özlemini çekerek, sallama çayın tatsızlığıyla gurbetten payımıza sığınıp yağmur bulutlarına sitem etmeye devam etmek durumunda kalıyoruz.
Elazığlılar kendi sitemlerini yine kendi tercihlerine sessizce dile getirmeye çalıştılarsa da seslerinin duyulduğu pek söylenemez. Ya da ciddiye alındığı...
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 22 Ağustos – 28 Eylül arasında tertiplediği “Bir Anadolu Şenliği” festivalinde Elazığ'a yer verilmemişti.
Daha önce de Kültür Yolu Festivali'nde yer verilmeyen Elazığ'ın kaderi ya da siteminin adresi hükümet mi, bakanlık mı, onu bilemeyiz. Ama önemli bir nedeninin şehrin kültürel dokusunun ya da dokusuna etki etmiş olan, uzun yıllardır dokusunu sarıp sarmalamış olan sağ, katı muhafazakâr kültürün Gakkoş kültürü mü olduğunu da bilemiyoruz.
Kendini dışlanmış ve unutulmuş hisseden siyasal tercih için çok şey ifade edeceğini sanmıyorum.
Geçici bir sitemin, uzun yıllara dayanan bu kültür halini bozmayacağını bilmemize rağmen; Hakkâri, Tunceli, Şırnak ve Bingöl'den geri kalmış olmanın sitemi, sanırım eskiden beri karşılıklı hasım gibi görülen Malatya'dan – futbolu saymazsak – geri kalmanın tepkisi anlaşılır bir şey olmalı sanırım.
“Malatya bile...” denmesinin sebebi de bu olsa gerek...
Orhan Bey ile Balak Gazi'nin tarihsel nitelikleriyle olmamakla birlikte bu rekabetçi durumun, en son Vanspor maçıyla beraber Elazığ'ın hanesine yazılan kötü bir imaj ve davranış olduğu da daha dün yaşandığını da unutmamak gerekir...
Gakkoş kültürü, eski sağ kültürün delikanlılık imajıyla zırhlandırılma tavrı olduğu bir gerçekliği; Elazığlıların sokak röportajlarındaki komik halleri bile bir eğlence havasında kabullenilmesi, sanırım bakanlık yetkililerini haklı çıkarır nitelikte olması, Elazığ'ın bir gerçeğidir.
Delikanlılığın 1950–70 arası bir kültür olduğunu kabul edersek, böylesine boş kafa tokuşturmaları, yeni mafyacılık ve sokak çetelerinin delikanlılık kültürüyle hiçbir yakın ilişkisi olmamıştır.
Kültür festivallerine yaraşır olmanın yolu, klan yaşam ve kültür tarzını delikanlılık olmaktan çıkarıp, Elazığ'ın meşhur ve tek olan vişne mermeri gibi insanın içini ısıtan bir eserlere dönüştürmenin; sanatçı ve esnaflık kültürünün kabiliyetiyle koca şehri kucaklayıp, ikiliği, ayrımcılığı, takiyeciliği Eyyam-ı Bahur sıcaklarına yükleyip geri göndermenin birlik beraberliğini yakalamaktır.
Kültür yolumuzun, kendi iç dünyamızın aklanmasından geçtiğini kabul ettiğimiz ölçüde; Hazar kıyıları da, Keban suları da Basra'da, Afrika'da eyyamcılık yapadursun, biz kara eriğimizin, dutlarımızın tadıyla, Çayda Çıra oyunlarımızla dik durmaya devam etmiş oluruz.
Dilimiz bir alay konusu değil, bir güzellik ve kültür halidir.
“Gadan alam, biz böle bilik, niye gızisin ha...”