Sevgili Gazete Hamburg’un güzide okurları, hepinizi sevgiyle selamlarken, yılın ilk yazısında bizim sektörden ve kendi dünyamdan iki kelam edeyim dedim.
Vatanım Türkiye’nin kıymetli insanları birer birer dünya değiştirirken, bize kalan kıymetli eserlerini yaşatıp onları sevgiyle anmak oluyor. "Ne verirsen elinle, o gider seninle" misali…
8 Aralık 2024'te çok kıymetli yönetmen Şerif Gören’i ötelere uğurlamak ruhumda derin bir yara açtı. Sinema sektörünün en karanlık döneminde (80’ler) zoru başararak sinemamıza Yol filmini kazandırması ayrı bir yana, sinema içindeki duruşu da ayrı bir yana… Vazgeçilemez bir sanat adamına yakışan, ender rastlanır bir duruştu.
Bir daha hiç öyle bir insana sahip olamayacak olan sinemamızın, giderek daha basit, daha ben merkezci, daha bencil insanların kendini "sinema adamı" görmesiyle ve sektörün de bunlarla dolacağını düşünmek bile ruhumu daralttı. İçimi acıttı.
Sinema, derdi olanın yeridir. O dert, anlatılacak konu hayatın kendisidir. Topluma dair sözü olan, derdini film olarak kitlelere ulaştırır. Tıpkı tiyatroda toplumun dertlerini dile getiren güzel sanat adamı Levent Kırca’nın gidişi gibi… İçim, Şerif abiyle de çok acıdı. Acıyor…
Bu anlamda, iyice ıssızlaşan sinemamızın dili de değişim geçiriyor. Her gün biraz daha yalnızlaşarak, ideallerin yerini tamamen ticari hırs alıyor ve dolayısıyla ticarete dayalı, akıl almaz paraların havalarda uçuştuğu, "olanda çok, olmayanda hiç" durumunda televizyona yenilen bir sinema insanları çıkıyor orta yere.
Bu arada, dünyaca ünlü keman virtüözümüz Ayla Erduran’ın kaybı da, tensel olarak doğanın gereği olsa bile, çok büyük bir kayıptır. Eserlerinin varlığına varlık katacağı inancıyla ruhuma bir nebze su serpiliyor ama toplumda karşılığını bulmuş mudur? Ne yazık ki, sadece bir kısım insan bu kaybın farkında…
Gurbetten izleyici durumunda olsam da, bizim piyasamız çok değişiyor; tüm değerleri ve anlayışıyla. Daha acımasız, daha insansız, lakin çok kalabalık…
Bu yıl, 2025, çok hızlı başladı. Dünyada devam eden savaşlar, afetler, kötü politika, ekonomik sıkıntılar ve hastalıklar, ümitsizliği körükleyici etkileriyle insanı yalnızlaştıran kaotik ortamın çoğalmasına sebep olmaya devam ederken, kültür ve sanat da nasibini bu yönde almaya devam ediyor.
İnsanlara, Ferdi Tayfur gibi kitlelere mal olmuş sanatçıların ölümü de inanılmaz geliyor. Sonra hep "bir parçamız eksildi" diyorlar. Duygu bazında kırılgan biz insanlar, hayatın zorluklarında sığındığımız yıldızların parıltısıyla mutlu olmuşken, yokluklarında eserleriyle yine mutlu oluyoruz. Geride eser bırakabilene ne mutlu… Müthiş bir ölümsüzlük işte bu.
Hassas ve duygusal kalemiyle bir Selim İleri geçti bu topraklardan. Yalnız Bir Melek adlı senaryosuna film çekildi, dublaj yönetmenliğini de ben yapmıştım. Kendine sinemada da yer bulan Selim’i de pek sevmediler; hep torpilli gözüyle baktılar. Ben onun kırılgan ruhunu sevdim ama o ruhun doğurduğu hırçınlığını sevmedim. Ama hırçınlığı onun pusatıydı. O pusat, piyasada onu koruyup yerini var etti.
Karmakarışık bir dünyanın garip insanları ve olayları daha çok yazılır, çizilir. Ekmek aslanın bağırsaklarına kadar inmişken, sanat camiası hiçbir zaman "birlik" olamamışken, daha çok magazine döner. Toplum, o dedikoduyla, bu magazinle kolayca oyalanır. Vefatlarla üzülür, anıları tekrar tekrar hatırlar; yine aynı döngüyle yaşar gideriz. Bazen camia sorgulanır çünkü hep göz önündedir.
Sinema, tiyatro, televizyon dünyasının oyuncu, yönetmen, yapımcı gibi çalışanları, bu çarkın dişlileri arasında var olma çabalarını ezilerek sürdürür ve ne yazık ki hep kendilerini kandırırlar. Bakmayın çok yükseldiklerine, milyon dolarlar aldıklarına, lüks yaşadıklarına, parıltılarına... Bir toplu iğne, varlıklarının sönmesine ufak bir kıvılcım yeter. Parlar, yanar, söner, kül olur. Nice film şirketi yok oldu, nice yıldız yaşarken öldü. Bu çark hep böyle döndü.
Hem yakın hem uzak bir dünya… Siz izleyenleri şaşırtır, benim gibi içinden gelen ve yıldızlarla iç içe yaşamış olanın yüzünde acı bir tebessüm bırakır. Hele son günlerde diziler dolayısıyla yaşanan olaylara sadece tebessüm eder ve yazı masama dönüp önüme bakarım.
İşte, o size uzaktan pırıl pırıl parlayan ve parlak görünen sinema, televizyon, tiyatro dünyasının dışı sizi, içi beni yakar!
Sevgilerimle,