Doğduğumuz tarih, yer, anne ve babamız, hatta dinimiz bile içine zorla yerleştirildiğimiz her şey bizim seçimlerimiz dışında gelişir. Yerini yadırgayan insan, gidemeyince yerini sevmeye çalışır; sanki sevse, kuru otların bittiği yerde rengârenk açabilecekmiş gibi inanmak zorunda kalır. Ne var ki insan, çevresine, mekânlara, toprağına göre biçim alan bir varlıktır. Nihayetinde bir süre sonra kuru otlardan birine dönüşebilir ya da çiçek açar.
Çiçekler çok güzel açınca, “yerini sevdi” deriz ya hani; insan da çiçek misali, açtığı ve solduğu bir yere sahiptir. Ve insanda çiçek gibi güzelleşince, ışık saçınca, neşelenince “yerini sevmiş” olur. Yerini seven insan da çiçek gibi açar. Ya da küflenip çürür, yosun tutar. Ait olmadığı yerde, varlığını tomurcuklandıramayan insanlarla olan her insan sönüp gider. Veyahut da sığındığı yere mahsur kalır; ne bir adım geri ne bir adım ileri... Askıda yaşar durur sadece.
İnsan bazen ne bu deveyi güdebilir, ne bu diyardan gidebilir; çölün ortasında bağdaş kurup öylece oturup bekler. Bütün heveslerini kursakta bırakacak bir vazgeçiştir teslimiyet. Sadece deryayı bilip, “Batar mıyım, çıkar mıyım?” demeden kendini suyun akışına bırakmaktır. Ne balık olmak, ne de oltaya takılmak…
Bazen de tam “bitti” dediğin yerde yeniden bir şey filizlenir; yol yeniden başlar, hikâyen başka bir güzergâhta yeniden şekillenir. O şey nerededir, o yol nasıl başlar, hikâyene kimler dâhil olur, hiç bilemezsin. Mucize gerçek olur; birisi gelir, unutma bahçelerinde çok beklemişken ışığını kalbine tutar. Yüzümüze birden güneşli sabahlar doğmaya başlar ve artık kurumaya yüz tutmuş toprağımızda bir tomurcuk filizlenir.
İyi gelmek, bir insana verilebilecek en güzel hediyedir. Sesiyle, sözüyle, bakışıyla, duruşuyla, hâliyle, enerjisiyle, görüşleriyle, eylemleriyle birine iyi gelmek; varlığını, yaşamını yükseltmek, armağanların en değerlisidir.
Sözlerimizi nasıl sarf ettiğimiz, birilerinin yaşamına nasıl dokunduğumuz, bu dünyadan nasıl geçtiğimiz... Hepsi yaşamın kaybolmayan parçalarıdır. İnsan, nereden kazanıp nereden kaybedeceğini hiç bilemeyecek ama bizden dökülen her tohum, bir şekilde önümüze serilecektir. Vakti gelince ektiğimizi kendi ellerimizle biçeceğiz velhasıl…
Siz de farkında mısınız? Son beş seneye yayılan genel bir buhran hâli var insanlarda. Etrafıma bakıyorum, herkes yalnızca kendi ihtiyaçlarını düşünüyor; ötekine işimiz olduğu kadar kulak kesilmişiz. Bu çağın insanı çok yorgun…
Başka hayatlara şahit olup yapılan kıyaslar, yoğun tempolar, azalan vefa, artan bireyselleşme, hızla artan dünyevileşme ve bitmek bilmeyen tüketim çarkı, şahit olunan kötülükler, elimizin ulaşmadığı acılara seyirci kalmamız… Her türlü gidişattan haberdar olup, artan belirsizliğin getirdiği buhran hâkim dünyaya. Yalnızlık ve anlaşılamama hissi o kadar arttı ki insanlar artık yapay zekâyla dertleşiyor.
Lütfen yakınlarınızla sohbet edin, duygularıyla temas edin. Bağ kurmak çok önemli bir ihtiyaçtır. Bizim bağ kurmaya, ait olmaya, sevilmeye ve sevmeye ihtiyacımız var.
Sevgiyle kalın…