Genellikle Kanadalı şirketler, ortak gibi görünen bazı yerli işbirlikçilerin de çanak tutmasıyla, ülkemiz siyanürlü yağmurların ıslalattığı ve sağlıksız ürünler veren topraklara sahip oluyor.
Bu Kanadalı şirketlerin kendi ülkelerinde siyanürlü altın aramaları kesinlikle mümkün değil.
Kanada’da bırakın doğaya zarar verecek bir eylemde bulunmayı, bir parkta gezinirken başınıza dalları değen bir ağacın altından geçerken, kıracağınız 20-30 cm uzunluğunda küçük bir dal parçasına, görüldüğünüzde veya ihbar edildiğinizde hatırı sayılır bir para cezası ödersiniz.
Peki, bizde maden aramak için yabancı şirketlere neden bu denli fırsatlar tanındı ve olanaklar sağlandı?
Mustafa Kemal ATATÜRK, daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce 1 Mart 1921 tarihinde TBMM 1. Dönem, 2. Yasama Yılı açılışında ve de 1. Türkiye İktisat Kongresi'nde de madenlerimizi kendimizin işletmesi ve dolayısıyla yabancıların işlettiği madenlerin millileştirilmesi konusuna değinmiştir.
Türkiye'nin maden rezervlerini tespit edip çalışmalar yapmak için 14 Haziran 1935'te 2804 Sayılı Kanunla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) kurulmuş, rezervleri tespit edilen maden yataklarını modern usullerle çıkarıp işletmek için de aynı gün çıkarılan 2805 sayılı kanunla Etibank kurulmuştur.
AKP’yi iktidara taşıyan yabancı güç ve sermaye, AKP’ye ödemeleri gereken diyet borcunu rica ederek (!) hatırlatmış olmalılar ki, AKP, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Belediye sınırları dışında yabancıların maden aramalarını yasaklamış olan” Maden Kanunu'nu da iktidarlarının daha ilk yıllarında delmiş oldukları gibi, çıkardıkları 6592 Sayılı Kanunun 28.5.2015 tarihli resmi gazetede yayınlanmasıyla Türkiye’de maden arayan ve arayacak olan yabancılara var olan imtiyazlardan fazla, daha büyük imtiyazlar tanımışlardır.
Madenler, kent meydanlarında, kent caddelerinde aranamıyorsa, belediye sınırları dışına çıkmak gerekir.
Bu da demek oluyor ki; madenleri yerleşim alanları dışında, köy meralarında veya ormanlarında aramak gerek.
Siyanürlü altın aramaların ülkeye ve topraklarımıza ne denli zarar verdiğini, ben Bergama’daki Ovacık altın madeni ile ilgilenmeye başlamamla öğrenmiş oldum.
Bergama’daki altın madenindeki dikenli tellerin ardında nöbet tutan askerlerimizi de gördükçe büyük üzüntü duymuştum.
Sürekli eylem ve protestolar nedeniyle de maden sıkça el ve isim değiştiriyordu.
Köylülerle de konuştuğum gibi, dönemin Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın içinde bulunduğum gruba makamında verdiği brifing ile tehlikenin ne derece büyük olduğuna inancım artmıştı.
Bergama altın madeni konusundaki tehlikeye dikkat çekmek için Antalya’da bir basın toplantısı düzenleyen Münih Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Friedrich Korte’nin 1999 yılının Ekim ayında verdiği bilgiler hâlâ belleğimdedir.
Prof. Korte: “Münih’teki evimin bahçesini de kazsanız, bir ton toprakta, toprağı siyanür ile ayrıştırdıktan sonra 5 (beş) gr altın bulursunuz. Bu ağırlıkta ve değerde altını, benim bahçemde ve de her toprakta bulabileceğiniz gibi, bugün Bergama’da kazılan ve siyanür ile ayrıştırılan toprakta bulunan altın da, bir tonda 5 gr’dan fazla değildir. Ama gelin görünüz ki; siyanürün doğaya vereceğiniz zararı, o beş gram altınlar ile gidermeniz hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.” diye sürdürdüğü sözleri, tam ve gerçek altın niteliğindeydi. Tabii ki anlayana.
O günlerde, o 90’lı yıllarda, Bergama Ovacık’taki madene tepki veren doğa severler ya beyaz atlara binip gitmiş olmalılar, yahut da yorulup “Bu milletten adam olmaz” deyip kabuklarına çekildiler.
Bugün bakıyorum da, vatan topraklarında, sayılarını izin verenlerin dahi bilemeyeceği sayıda yüzlerce altın madeni, topraklarımızı köstebekler gibi eşiyorlar.
Peki, topraklarımızı delik deşik eden ve siyanür ile altın arayan yabancı şirketler, çıkardıkları altından pay olarak bize ne veriyorlar?
Bu konuda doğru bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadı.
Yazılıp çizilenlere göre; yüzde 2,5 ile 4,5 arasında pay aldığımız söylenirken, internete bakıyorum da; devletimizin aldığı pay yüzde 18,5 kadar çaktığı yazılsa da, açıklanan resmi enflasyon rakamlarının doğruluğuna duyulan şüpheleri, pay konusunda duymamak elde değil.
Geçen gün Kazdağı’ndaki altın madeninde çalışan biri ile konuştuğumda kişi: “Biz, bize ne verdiklerini bilen yok. Çıkan altınları helikopterlerle götürüyorlar.” diye yanıt verdi.
Sormaya devam ediyorum: “Peki o siyanür havuzlarındaki su ne oluyor?”, yanıt: “Buhar olup, yağmur ile toprağa düşüyor.” sözleri, bizlere, d.d. bilmeyenlerimize bizlerden gizlenenleri anlatmaktadır.
Ne yazık ki; Türkiye genelindeki maden yörelerinde yaşayıp, tarımda alamadıkları destek nedeni ile tarımdan el çektirilmiş çaresiz yoksul köylülerimiz ırgat gibi çalışıyor ve toprak kaymalarında da, kaldıkları altınlı toprağın altında can veriyorlar.
İşte en son Erzincan Ilıç’daki altın maden faciasının sosyal medya görüntüleri...
Uykularımızı kaçırmaya devam ediyor.
Yukarıda başlık bölümde bahsettiğim ve aşağıdaki fotoğraflarda da görünen Kazdağları’ndaki, toprağı siyanür ile ayrıştırılıp aranan altın madeni, Türkiye genelindeki altın madenlerinden sadece ve sadece biridir.
Her yurtsever, ATATÜRK İlkelerine inanmış insanımız, bildiği ve inandığı kadarıyla, bölgesinde aranan altın madeni yok ise dahi, siyanürün varan toprağımızda yaratacağı hasarı anlatmalı, karşı çıkmalı ve çevresini bilinçlendirmeye çalışmalıdır.
Burada en büyük görev ise, son Belediye Seçimlerinden birinci parti olarak çıkan ve öncelikle CHP’ye, diğer muhalefet partileri ile duyarlı AKP seçmenlerine de düşmektedir.
Ben Balıkesir ve Kazdağları’ndaki siyanürlü altın aramalarına, TBMM’de Balıkesir’in temsilcilerinden olup, her ne kadar CHP grubunda değil ise de; Dr. Turhan ÇÖMEZ’in vereceği ve örgütleyeceği tepkinin etkili olacağına inanıyorum.
Kazdağları’ndaki endemik bitki türlerine verilen zararları da, konuda uzman bilim insanlarımızın açıklayıp tepki vermeleri daha uygun olur.
Tüm bunlar, yerine getirilmesi gereken kutsal birer ödev kabul edilmelidir.