Dini ve ulusal bayramlar, her kesim için birer tabu olarak değerlendirilebilecek hassas etkinliklerdir. Dokunulmaz, eleştirilemez, karşı çıkılmaz; tepki çekme konusunda toplumun tamamında benzer reflekslere yol açan bir inanç hâkimdir. Bu durum, ulusal bir kültür inancı gibi gelir insana.
Aslında bir bakıma öyledir. Ancak, hâkim ulusun inanç ve kültürünün dayatıldığı zamanlarda çifte standartlara düşülse bile, bu kabullenişin korkudan mı yoksa inançlara duyulan saygıdan mı kaynaklandığını kestirmek zordur. Belki de her ikisidir.
Ramazan ayı Müslümanlar için ne ifade ediyorsa, Muharrem ayı da Aleviler için benzer bir öneme sahiptir. Ancak Muharrem ayı, çoğunlukla sessiz sedasız, belirli bir kesimin kendi içinde yaşadığı bir inanç olarak öne çıkar. Aynı şekilde Süryanilerin, Ezidilerin ve Ortodoks Hristiyanların dini bayramları da kendi içlerinde sessizce kutlanır. Bu durum, inançların yaşam bulma refleksine ve toplumsal saygıya işaret eder.
Hristiyanlığın en kutsal günlerinden biri olarak kabul edilen Noel (Weihnachten) dönemine baktığımızda, Avrupa’da laik anlayışın kapalı işyerleri ve boş sokakların sessizliğiyle ifade bulduğunu görüyoruz. Bu durum, yüzeyde bir paradoks gibi görünse de, aslında Avrupa’nın feodal kültürünün bilinçaltında dini bayramların tabu olarak kabul edilmesinden kaynaklanır.
Her ne olursa olsun, dini inançlar ve bayramlar toplumların hassas sinir uçlarıdır. Bu köklü inançlar, binlerce yıllık tarihsel derinlikleriyle bir dokunulmazlık ve hassasiyet zırhı kuşanır. Bu nedenle gereksiz söylemlerle bu değerlere saldırmak, bireyi kendiyle kavgalı bir pozisyona düşürebilir.
Toplumsal inançların bu kadar köklü ve dokunulmaz bir konuma sahip olması, ekonomik ve sosyal yaşam standartlarının yükseldiği, doğayla barışık ve sağlıklı bir yaşamın inşa edildiği bir gelecekte anlam kazanacaktır.
Magdeburg’daki Saldırının Derin Yaraları
Almanya’nın Magdeburg şehrindeki saldırı, dinler arası ve halklar arası düşmanlığı körükleyen, önyargıları besleyen, insanlık dışı bir eylem olarak tarihe geçti. Bu saldırı, masum insanların, hatta çocukların hayatına mal olurken toplumda derin yaralar açtı.
Saldırganın Suudi Arabistan vatandaşı olması, Avrupa kamuoyunda önyargıların hızla alevlenmesine neden oldu. Daha olay tam anlamıyla anlaşılmadan, sosyal ve ulusal medyada İslam karşıtı söylemler ve hakaretler yükseldi. Buna şaşırmamak gerekir; çünkü önyargılar, her zaman hazır bir zehir gibi bekler.
Peşinen bir İslam karşıtlığının varlığı, Avrupa genelinde dinler arası diyalog eksikliğinin bir göstergesidir. Kültürel alışverişin zayıflığı, böylesi olaylar karşısında kin dolu söylemlere zemin hazırlamaktadır. Ayrıca, İslam adına son yıllarda olumlu bir imaj bırakılmamış olması da bu söylemlerin hızla yayılmasının sebeplerinden biridir.
Yakın Geçmişin İki Büyük Travması: Corona ve IŞİD
Dünya, son yıllarda iki büyük travma yaşadı: Corona pandemisi ve IŞİD’in ortaya çıkışı. Küresel bir sağlık tehdidi olan Corona, insan yaşamını derinden etkiledi. IŞİD ise, özellikle Ortadoğu’da siyasi ve psikolojik etkileri uzun yıllar sürecek bir deneyim olarak tarih sahnesinde yerini aldı.
Dinler ve mezhepler arasındaki ayrılık, bağnaz ve ayrıştırıcı söylemler, düşük yaşam standartları ve ekonomik stres gibi unsurlar, bireyleri kolayca reaksiyon gösterebilecekleri tepkisel davranışlara itiyor. Bu nedenle, dinler ve mezhepler arası hoşgörü, toplumlar için bir zorunluluk haline geliyor.
Yeni Yıl Dilekleri
Yeni yılın ve önümüzdeki yılların, insanlık adına ortak hoşgörünün hâkim olduğu bir atmosferde geçmesi en büyük temennimizdir. Güvensizlik duygularımızın, hayatın güzellikleriyle bizi yanıltmasını; inançlarımız ve umutlarımızla barışık, refah dolu bir gelecek inşa edilmesini diliyoruz.