“İstanbul deyince aklıma martı gelir,
Martı deyince gözümün önüne deniz,
Deniz deyince de seni hatırlarım... İstanbul…”
— Nazım Hikmet
İstanbul, Nazım Hikmet’in dizelerinde martıyla, denizle özdeşleşir…
Deniziyle, Boğaz’ıyla; Avrupa’yla Asya’yı birbirine bağlayan eşsiz bir şehir.
Ama yalnızca coğrafyasıyla değil — şairleriyle, şiirleriyle; romanlarıyla, efsaneleriyle de çok katmanlı bir İstanbul’dan söz ediyoruz.
Her semti, bu büyülü kentin başka bir yüzünü yansıtır.
Üsküdar’da, Kız Kulesi’ne doğru, Anadolu’dan Avrupa’ya gözlerinle zamanın içinden süzülürsün.
Güneş, Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a karşılıksız aşkını anlatan Mihrimah Sultan Camii’nin kubbelerinde doğar.
Salacak’ta manzaraya karşı bir çayla derinlere bakarsın.
Beşiktaş, Boğaz’ın serinliğini taşıyan bir başka İstanbul’dur.
Dolmabahçe Sarayı, Beşiktaş’ın en fazla bilinen simgelerinden biridir. Osmanlı'nın modernleşme sürecini yansıtır.
Sultan Abdülmecid tarafından 1843-1856 yılları arasında inşa ettirilen bu görkemli yapı, aynı zamanda Atatürk’ün son günlerini geçirdiği ve 10 Kasım 1938'de hayata gözlerini yumduğu yerdir. Dokunaklı tarihiyle bize tutunur.
Kadıköy, gençliğin kalbinin attığı yerdir.
Barlar Sokağı’nda müzik yükselir, kahve sokağında sohbetler uzar.
Moda’da yine denizle buluşur martılar...
Ortaköy, kumpircileriyle, rengârenk sokaklarıyla, camisiyle geceyle gündüzü birleştirir.
Boğaz’a bakan o zarif Ortaköy Camisi, İstanbul’un simgelerinden biridir.
2004’te ABD Başkanı George W. Bush’un, Galatasaray Üniversitesi'nde yaptığı konuşma sırasında arka planda Ortaköy Camii ve Boğaz’ı alarak çektirdiği fotoğraf dünya basınında yankı bulmuş, İstanbul’un manzarasını bir kez daha evrensel hafızaya kazımıştır.
Beykoz, ahşap evleri, sahil kahveleri ve orman kokusuyla İstanbul’un kenarında kalmış bir şiirdir.
Şehirden çok doğadır, kalabalıktan çok sükûttur burada.
Sultanahmet, efsanelerle örülmüş bir İstanbul’dur.
Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Camii ve Yerebatan Sarnıcı, bu semtin dört bir yanına sinmiş geçmişin gölgeleri, efsaneleridir.
Her biri bin yıllık bir hikâyeyi sessizce anlatır.
Eminönü, her daim kalabalıktır.
Yeni Camii gökyüzünü selamlarken, Mısır Çarşısı baharat kokularıyla turistleri çeker.
Tahtakale’nin dar sokakları ise geçmişin ticaret yollarından birer kesittir sanki.
Kabataş, Boğaz’a karşı kurulmuş sofralarda, İstanbul’un lezzetiyle tanışacağınız bir mola yeridir.
Vapur düdükleri, martı çığlıkları ve masa sohbetleri burada da birbirine karışır.
Ve Tuzla...
Şehrin en uçlarından biridir belki, ama son yıllarda sessizce gelişmiş, sahilinde yürüyenlere yeni bir İstanbul sunmuştur.
Artık İstanbul’un yeni “yazlıkçı” semtlerinden biridir.
Marinası, kafeleri, geniş yürüyüş yollarıyla huzurlu bir kaçış noktası gibidir.
İstanbul’un semtlerinde yürümek, yalnızca sokak değiştirmek değil; zamanlar arasında geçiş yapmak gibidir.
Her durakta başka bir İstanbul, her manzarada başka bir sen saklıdır.
Ve bir martı, tüm bu yüzleri birleştirir.