Mustafa Remzi Özbadem

Tarih: 29.05.2024 13:32

MUSA, İSA İLE KÜS

Facebook Twitter Linked-in

 

Yaratan Musa ile dağda, yanan bir çalı içerisinden, Yüce İsa ile O’nun doğuşundan itibaren, Hz. Muhammed ile Miraç'ta konuştu. Bu zincirin öncesi de var, sonrası olduğunu söyleyenler (!) de. Yaradan her seferinde “kovulmuş olanlara” doğru yolda tutma adına elçileri aracılığı ile seslendi ama anladığımız kadarı ile insanoğlu bu dünyadan memnun kalmış olacak kişi duymamışlığa verip daha da bir ayrılıp, birbirlerini bitirme yarışına girmişler. Haçlı orduları kurulmuş, karşısında İslam orduları. Halihazırda farklı şekillerde devam eden savaşı kazanamamış hiçbiri.

Savaşmayanlar ama tetikleyenler (!) akılları ile ele geçirmişler dünyanın iplerini ellerine.

FARKLI BİR AİLE

Mahallenin en mülayim ailesi. İbrahim amca ve eşi Gülfidan teyze modern ve uyumlu bir çift. Musa ve İsa adında iki oğulları, ortanca kız çocuğu: Filiz. İsa ile büyüdük mahallenin bir kısmında. Evleri biraz uzak kalsa da bize onun ile oyun oynamak farklı gelirdi bana. Genelde takıldığım mahalle kısmında kedi-köpek ile güreşir, bahçelerden meyve aşırıp, ağaçların üstünde bir maymun gibi zaman geçirirdik. Günün sonunda yırtık elbiselerimiz, çamur gibi yüzümüz ile önce banyoya atılır, ardından bilindik “terlik işkencesi” ile renklenir pardon kızarırdık.

İLİM BAHÇESİ

İsa ile geçen zaman; genelde onların bahçesinde ders çalışılır, kitap okunur iken masa pastörize süt, bisküvi ve satın alınmış, yıkanıp, soyulmuş meyve tabağı ile süslenirdi. Üstelik yanında çatal ve peçete de vardı. El bezi kavramına alışamadığım bir dönemde peçete ile tanıştım o evde. Bu kısım zor gelirdi bana açıkçası. Yani yüz metre ileride taş devrini yaşar iken, bu bahçede İbn-i Sina, Sokrates, Edison, Pasteur ile bisküvi emcikliyor, pastörize süt içiyordum. Meyveleri yiyemiyordum. Çünkü bıçak ile kesildiği için ağzımda metal tadı kalıyordu.

Beraber okula giderdik İsa ile. Sınıflarımız ayrıydı. İsa oldukça başarılı ve sistemli bir çocuk. Ve temiz. Bende tonu griye kaçan sözde siyah bir önlük, tek tarafı kopmuş kirli beyaz yaka. Ama bir önlük nasıl bu kadar siyah durabilir ki bir çocukta? Hele yakanın beyazlığı güneşten gözümü alırdı. Onda her gün bu aynı duruş vardı. Ortaokul birinci sınıf öğrencisiyiz. Okula beraber gelip, çıkışta yine beraber mahalleye dönerdik. Yine böyle bir okul çıkışı İsa'nın dolu gözlerine takıldım.

"İsa, biri bir şey mi dedi sana? İsmini söyle yarın bir konuşayım."

Evet, yapıyordum. Koruma hissi beni bu gibi durumlarda çözüme el atmaya zorluyordu.

"Hayır!" dedi ama dumanlı gözleri bir fırtına oldu, sağanak oldu, sel oldu aktı yolun yarısına kadar. Durdurup;

"Ya söylersin ya da senin ile bir daha konuşmam." demem etkili oldu ki ağlamasını azaltıp cebinden çıkardığı mendil ile önce gözlerini ardından burnunu sildi. Mendili tekrar katlayıp cebine koydu ve devamında anlatmaya başladı.

"Biz esasında Yunanistan kökenli bir aileyiz. Ve biz Müslüman da değiliz. Ortodoks Hristiyanız. Annem, babam her gün bize bunu kimseye söylemememiz için bizi uyarırlar. Alınacak tepkiden korkuyoruz. Ve bugün din kültürü dersinde öğretmen bana bağırıp, herkesin önünde beni tokatladı. Çünkü ben bir sureyi tam okuyamadım. Bana, 'Sen neden okumuyorsun, gavur musun?' dedi. Neden ben bir Hristiyan olarak ayet, sure öğrenmek zorundayım?"

Ortodoks..? Hristiyan?

Çocuk aklı ile tam olarak anlayamamıştım söylediklerini. Şaşırmıştım böyle bir açıklama karşısında. Üzülmüştüm de. Doğrudan konu muhatabı olmasam da haklıydı İsa. Neden ben bir kilise duası öğrenmek zorunda değilim de o buna mecburdu? Ama O her şeyin farkındaydı ve kurallar zincirinin küçük bir kurbanı olarak o yaşta, yaşını aşan bir karakter yüklenerek, tepki veriyordu. O gün, şimdilerde özgürlüğün her türlüsüne saygı duyan ben, bir konuda daha çocuksu bir aydınlanma yaşıyordum. Kim neye, nasıl inanıyor ise inansın ya da hiçbir şeye inanmasın. Özgürce kendini ifade etmeli, huzurlu yaşamalıdır. Yeter ki diğer insanların tercihlerine saygı duyup, onların özgürlük alanlarını ihlal etmesin. Bütün tek tanrılı dinlerin özünde anlatıldığı gibi Kur'an da bunu çok açık bir şekilde belirtiyor ve:

“Sizin dininiz size, benim dinim bana” ile mühürlüyor. Ama pratikte kılıçlar çekilip, horozumuzu öttürüyoruz. Çöplük bizim ya! İşimize gelmez ise yakarız. Olmazsa sular, söndürürüz.

O gün orada ortaokul öğrencisi bir çocuğu ağlatmışız, kendi ailesinden bile bir fiske yememiş çocuğa “gavur” deyip patlatmışız tokadı.

Tabii ki o günden sonra farklı yaşandı birçok şey. İsa bana anlattıklarını abisi Musa ile paylaşmış. Musa aile sırrı olarak tutulan bu konu yüzünden İsa'ya kızıp, küsmüş ona. Bütün aile beni her gördüğünde sanki bir suç işlemişler gibi gözlerini kaçırıp, uzaklaştı benden. Zamanında fazla algılayamadığım bu konu beni başka boyutta da etkiledi. O evin bahçesinde, erik ağaçları altında, mis kokulu güller ve fesleğenler içinde öğrendiğim birçok kazanım: kitap okumalar sırasında bir meyveyi ağaçta yemenin büyük zevkinin dışında tabakta, yanında çatalı, peçetesi ile yemek ya da bir bardak pastörize sütü, bisküvi eşliğinde yiyip, içmek. Ve arka planda, eski bir radyoda çalan sanat müziği diğer kısımlardaki yaşam tarzından çok farklı bir renkti.

Musa, İsa'ya, Mustafa'ya anlattıklarından dolayı kızıp küstü. “Acaba Mustafa birilerine de anlatır mı?” diye ihtimal verilip, bütün aile tarafından Mustafa yani ben cezalandırıldım.

Gülümse…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —