Alman komşumun kızı ve onun erkek arkadaşı bu yaz Türkiye'ye tatile gittiler. İstanbul'a da uğramışlar. Tanıdıklarım bilir, İstanbul aşığı olduğumu. Özellikle eski İstanbul. Şimdi bu yeni ulaşım ağı benim gibi eski kafalı ve teknoloji özürlülerine yabancı gelse de, yabancı bir ülkede yaşayan biri olarak, yabancıların çokça olmasına alışamayan, hatta sevmeyen biri olarak, Almanya'daki yabancı düşmanlarının psikolojisini daha iyi anlamama neden oluyor sanırım.
Her şeye rağmen, özgür bir ülke ve özgür bir ortamda renklerin güzelliği her daim iyidir. Minibüsler zamanı, arabeskin caddelerde yankılandığı, avantür filmlerin revaçta olduğu, pastanelerde gizlice sevgili buluşmaları, öğrenci eylemleri zamanlarının nostaljisi, gelişim ve değişim karşısında aciz kalıyor, benim gibi eski kafalılar gibi...
Bu arada, geçenlerde yine bir tanıdığın misafiri gelmişti memleketten. Hoş geldine gittik, adettendir diye...
"Ne getirmiş acaba?"
Merak işte. Komşuda pişen bize de düşer belki. Benimkisi Kofik merakı. Bizim orada boş beleş insanlara denir Kofik. Aslı biber, patlıcan, kabak dolmasının kurutulmuş hali. Parça parça hali de hani eskiden balkonlarda asılırdı ya iplere diziler tek tek. Kışın kavrularak, pişirilerek yaz yemeği yenir. Hemen bütün aileler yapardı. Özellikle de dar gelirli aileler. Salça ve turşu kurmak gibi. Neyse, hevesimiz kursağımızda kaldı. Kadın meğer zaten bilmezmiş. Üstelik Anadolu kadını. Peeeehhh.. Kofik... Bizde var. Bu yaz getirmiştim. Söylemedim kimseye... Kofik konusunda cimri olurum... Ama gelen olursa başım üstüne... Beraber olsun...
Alman komşunun kızı, annesini aramış. İstanbul'a hayran kalmış.
"Çok büyük ve ayrı bir ülke gibi," demiş. En çok da çocukların sokakta oynamaları, bağırıp çağrışmaları hoşlarına gitmiş.
"Bizde olsa polis çağırırlar, gürültü yapılıyor diye," demiş.
Çok gürültülü ama insan kendini özgür hissediyor o ortamda. Korna sesleri, mobil arabalı sokak satıcıları...
Yerlere tebeşirle çizili sek sek oyunlarına katılmak istemiş. Onları izlemiş. Kızlı erkekli grupların oyun ve sohbetleri, çocukluğun dayanılmaz özgürlüğündeki saflık da gelişen teknoloji ve çarpık şehirleşme karşısında direniyor olması, eskiden baki kalan bir güzellik...
"Çocuk cinayetleri, kadın cinayetleri ve tecavüzleri duymuşlar mıdır acaba?" diye tereddüt etmem de, çocukların narin duruşlarının saflığında kalsın istedim...
Açlık, yoksulluk neyse de, çocuk istismarı ve cinayeti çok farklı...
Çocuklar özgür olmadan kimse kendini özgür hissetmez...
Güzel olan çocuk sesleriyle birlikte köpek havlamaları, kedi miyavlamaları, sebze, meyve satıcıları. "Domates kaça kardeş?" diyen kadının pencereden sarkması, karşı binaya el sallaması... Lağımcıların L harfini yutarak yüksek sesle bağırmaları, eskicilerin de E harfini ağzının içinde sessize alıp yuvarlamaları bile kendi kültürü içinde eskinin izlerini hissettiriyor insana.
Çocuklar narin kalmalı. Sek sek oynarken de, köşe kapmaca oynarken de. Oynamalı, zıplamalı çocuklar. Öyle anılmalı çocuklar. Başkası için değil, kendisi için oynamalı, yaşamalı çocuklar. Bütün çocuklar narin kalmalı. Hepsi birer Narin... Kuş sesleri bile narince...