Kürt sorunu, adeta Pandora'nın kutusuna hapsedildiğinden bu yana ilk defa hiç beklenmedik bir yerden, kutunun kapağı açılınca, dikkatlerin yoğunlaştığı Suriye cephesinden memlekete evrildi. Dahası, Suriye ve Türkiye, kader birliği etmişçesine Pandora'nın kutusundan çıkan Kürt sorunuyla ortaklaşa, HTŞ, SGD ve SMÖ ortak akıl koalisyonuyla bir çözüm arayışına başlamış oldular.
Oysaki o kutu, İngiltere'de masaya yatırılan ve ABD-Fransız ortaklığında, İsrail ve dolayısıyla konunun muhatabı olan Türkiye'ye ihale edilmiş oldu. Türkiye, kendi ön hamlesini yapmış ve “Gel konuşalım” teklifine cevap alamayınca cephedeki elemanları devreye sokmuş; HTŞ öncülüğündeki karşı cephe önce Halep'e, daha sonra Humus ve Şam'a girdiğinde, Esad çoktan Rusya'ya sığınmıştı bile.
Geçmişin sevabı ve günahı eski rejimin boynuna. Asıl önemlisi, yeni sürecin Türkiye ayağı... SGD konusundaki Türkiye'nin çekinceleri, kendince anlaşılmakla birlikte, SGD'nin Fırat'ın doğusunda mı kalacağı, yoksa Türkiye'nin askeri çözümle soruna neşter mi vuracağı, İsrail ve Amerika'nın çıkar ve hesaplarından bağımsız ele alınamaz. Çocukça doldur-boşalt propagandalarından öteye gitmeyeceğini herkes bilir.
Suriye filminin daha çok yeni bölümlere, yeni versiyonlara, başka aktör ve dublörlere ihtiyaç duyacağı ve bütün bunları yeni bölümlerinde "Kurtlar Vadisi: Suriye"de görebileceğimiz açık. Almanların Morgenland, yani sabahın toprakları dediği Doğu Akdeniz toprakları, kendi ülkesinde giyim, konuşma diksiyonu ve tavırlarıyla eleştiri ve alay konusu olan Dışişleri Bakanı Baerbock'un kişisel tasarrufundan çok önce, 1903 Bağdat Demiryolu projesiyle başlayan ve Alman, Fransız, İngilizlerin Biladü'ş-Şam ilgisi, Halife Osman'ın 638 Şam seferinin bile tarih yaprakları arasına girer mi bilmiyoruz.
Türkiye tarafında bir kutunun kapağının açıldığını biliyoruz. Pandora'nın kutusundan 1920 modeli bir Suriye/Arap krallığı görmeyeceğimiz gibi, yeni bir Akdeniz devletinin şarkısının Akdeniz'in serin sularından esen rüzgarların romantizmiyle duyulmayacağı kesin. O kutu bir kez açıldı. Bu saatten sonra kapanması da mümkün değil. Bedelinin ağır olacağının kokusunu duymamak da mümkün değil.
Oslo sürecinin yan etkilerini Paris'te görmüştük. Kimin canı yanar, bilmiyoruz. Tutsaklığından ötürü özgürlüğünü yitirmiş olmasından başka ağır tutsaklık koşulları yaşamamış olan İmralı'nın tutsaklığına dair kapalı bir kutu henüz açılmamışken, çözüm sürecinin anahtarlarından biri teslim edilen İmralı mahkumunun Kandil ve Kürt muhalefetine sözü nasıl ve ne kadar geçecek, onu da hep birlikte göreceğiz.
Başka şansımız yok. O kutuyu elleme diye de bir merakımız yok. Kafama takılan ve insanın kendine sormaktan imtina etmediği konu, bütün bu yaşananların bir simülasyon olup olmadığıdır. 7 Ağustos 2003 yılında The Washington Post gazetesine demeç veren Condoleezza Rice’ın “Ortadoğu'da 22 ülkenin sınırları değişecek, buna Türkiye de dahil” demesinden bu yana bölgede yaşanan baş döndürücü olaylar, ister istemez bu soruyu akıllara getiriyor.
Amerika'nın The Simpsons’ına karşılık, bizim Kurtlar Vadisi konseptimiz de simülasyon sorusunu akıllara getirmiyor değil. 2010'daki bölümlerinde Suriye'nin üçe bölüneceği, İmralı mahkumunun serbest bırakılacağı konusu, çocukça bir film zırvası gibi geliyor olsa da yaşananları bir-iki aktör veya siyasal figüre bağlamak ne kadar doğru olabilir?
DEM Eşbaşkanlarından Tülay Hatimoğulları'nın “Ya barış ya Gazze” çıkışı, Devlet Bahçeli'nin “Gazze makberiniz olur” çıkışıyla son günlerde esen iyimser havaya buz gibi düşünce, Hatimoğulları'ndan düzeltme geldiyse de Pandora'nın kutusundan yayılan hassas kokunun ne kadar tehlikeli olduğunu hatırlatmış oldu.
Çukurların, hendeklerin gizemi Pandora'nın kutusunun bir köşesinde hâlâ saklı dururken, böylesi hassas bir süreçte her kelimenin önemi Paris’i de aşar, Şam’ı da... “Gazze mi kaldı?” demeye gerek kalmadan Pandora'nın kutusundan geriye ne kalacak, bilmiyoruz. Ancak muhakkak ki 2025 yılı pek iç açıcı gelişmelere sahne olmayacak gibi.
Putin gibi Trump'ın gelmesini beklerken, Amerikan derin devletinin de kendi Pandorasına sahip olduğunu unutmamak lazım. Barış umutlarını yine savaşın baş mimarlarından beklemek gibi bir dünya düzenini yaşadığımız bu süreçten, ülkemiz ve insanlık adına en az hasarla çıkmayı ümit etmekten başka bir simülasyon yeteneği ve ehil sahibi olmadığımızı söyleyebiliriz. Ehil sahipleri toplumu nasıl ehlileştirecek, onu bekleyeceğiz.
Sanırım ya herro ya merro olacak. Simülasyonun neresindeyiz, bilmiyorum. Kimse bilemez.
De hade...