Pınar HOLT

Tarih: 13.12.2020 17:55

REHİNECİ

Facebook Twitter Linked-in

Değerli Dostlar,
 
Sizlerle bugün paylaşacağım aile hikâyemizi, bir süre önce teyzemden dinlemiştim. Ailece hikâye anlatmayı severiz. Biz çocukken, rahmetli anneannem, dört torununu da eteğinin etrafına toplar, kendi yaşamı ve ailesi ile ilgili bir sürü hikâyeler anlatırdı.
 
Anlatıma hem vücut hareketlerini hem yüz mimiklerini, ses tonunu öyle tadında katardı ki biz, gözlerimizi anneannemin üzerinden alamaz pür dikkat dinlerdik. Aynı anlatım yeteneği hem anneme hem teyzeme geçmiş.
 
TEYZEMDEN DOKUNAKLI BİR HİKÂYE
 
Şimdi teyzem çok rahatsız, konuşacak durumda değil ama iyi olduğu günlerin birinde, işte en son anlattığı bu hikâye için ‘Teyze, ben bunu köşe yazısı olarak yazarım.’ demiştim. Şimdi de bu hikâyeyi sizlerle buluşturmak istedim.
 
Konu misafirperverlikten açılmıştı. “Bu koronavirüs günlerinde ne misafirlik ne bayram ziyaretleri kaldı.” diye konuşurken misafir ağırlamanın kendi aile geçmişimizden beri ne kadar önemli olduğunu, etkileyici bir hikâye ile vurguladı teyzem.
 
Anneannem çok genç yaşta dedemi kaybetmiş. Türkiye’nin 70 sene önceki şartlarında yani 1940’lı senelerde, iki çocukla büyük sıkıntılar yaşayarak ayakta kalmaya çabalamış.   Cumhuriyet’in kurulmasının ardından tekrar ayağa kalkmaya çalışan yeni bir ülke, sonra Atatürk’ün ölümü, üstüne 2. Dünya Savaşı ve tüm bunların getirdiği yokluk, kıtlık ve sıkıntıların ülkenin üzerinden atılmaya çalışıldığı bir dönem.
 
Bir dilim ekmeğin hesabının yapıldığını konu alan bu ve benzeri gerçek hikâyeleri dinlerken bile insana, inanmak çok zor geliyor. Rahmetli anneannem hem ev işlerinde hem mutfak işlerinde çok becerikliymiş.
 
Hani aynı malzeme ve süreyi, iki kişiye eşit şartlarda verirsiniz, aynı yemeği yaparlar da birinin tadı iyi olur ama ötekinin tadı damağınızda kalır ya. İşte o tadı damağınızda kalan yemeği yapan anneannemdi.
 
Bir kilo patates, soğan, bir kaşık salça ve bir tutam tuz ile size dünyanın hiçbir yerinde tadamayacağınız muhteşemlikte patates yemeği yapabilirdi. Halk arasında buna, ‘Elinin tadı güzel.’ derler. Elinin tadı güzel ise ne yapsan güzel olur.
 
YOKLUK ÇOK, GÖNÜLLER BOL
 
Rahmetlinin köftesi de çok meşhurmuş, şehir dışından sırf köfte yemeğe gelirlermiş, anneannemin evine.
Yine bir gün, şehir dışında yaşayan bir aile yakınımız, o zamanlar, telefon olmadığından anneanneme mektup göndermiş. Anneannemin ismi Nadide’ymiş. Mektupta “Nadide, şu tarihlerde, İstanbul’a iş için geleceğim. Hazırlan, hanımla sana köfte yemeğe geleceğiz.” yazıyormuş.
 
Bahsettiğim gibi o dönemler, yokluk dönemi. Kadın başına, iki çocukla geçinmeye çalışan anneannemin o sıralar, misafir ağırlayacak parası yokmuş. Bir taraftan da misafir ağırlamak bir şeref meselesi, geri çevrilmesi, bahane üretilmesi mümkün değil. Anneannem, “Ne yapayım? Ne edeyim? Nereden para bulayım?” sorularının yanıtını düşünürken çıkarmış gümüş konsolunun içinden bir gümüş eşya, tutmuş Karaköy’ün yolunu. Karaköy’de ne mi varmış? Efendim, o zamanlar, Karaköy’de rehineciler olurmuş. O zamanlar, bu bir meslekmiş. Nakit paraya sıkıştığınızda elinizde bulunan elektronik, gümüş, halı gibi değerli bir eşyanızı bırakır, nakit paranızı alırmışsınız. Sonra elinize para geçince ödünç aldığınız parayı faiziyle iade eder, bıraktığınız eşyanızı da geri alırmışsınız.
 
İşte anneannem de misafirlerini en iyi şekilde ağırlamak için vermiş gümüş parçayı, almış parasını. Alışverişini, o dillere destan köftesini ve zeytinyağlılarını da yapmış. Diğer aile yakınlarını da davet etmiş, kocaman bir masa kurmuş. Kalabalık, cümbür cemaat layıkıyla ağırlamış misafirlerini.
 
Tabii, bizde misafir hiç eksik olmadığından ve evde hep bir masa kurulduğundan Karaköy’deki rehineciler, anneannemi iyi tanırmış. Bilirmiş anneannemin elinin de gönlünün de bol olduğunu, o yüzden de parayı faizsiz geri alırmış ondan.
 
KORONAVİRÜSÜN BİZE MESAJI
 
Teyzemin demesine göre o zamanlar, yokluk çokmuş ama gönüller bolmuş. Şimdi her şeyimiz var, masalarımız dolup taşıyor hatta yemek artığı konusunda birçok ülkeyi geçiyoruz ama maalesef gönüllerin güzelliğine hasret kaldığımız bir dönem yaşıyoruz.
 
Üzerine de virüs salgının gelmesi tuz biber ekti. Belki de tüm dünyayı saran bu virüsün bize bir taraftan da vermek istediği bir mesaj var, kim bilir?
 
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —