Çılgın ve öfkeli bir zamanın kendi yağında kavrulan insanları olarak, yine bir 25 kasıma yaklaşıyoruz. Hani adına, ‘’Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’’ dedikleri, yılın sadece bir günü anılan ve şiddetin hızını asla kesemeyen, yine de hatırlatılan güne ben de sinema filmleri hatırlatmasıyla minik bir katkı sunmak istedim.
Şiddete karşı mücadele ruhumuz artarak çoğalsın, çünkü kadına yapılan şiddet tüm toplum ahenginin bozulması demektir. Buna engel olmak için filmler görsel, işitsel hafıza ve empati gücümüzü arttırabilir dolayısıyla kadına şiddet azalır mı, ne dersiniz?
Belki inanılmaz gelecek ama, ben sinemanın insan üzerinde etkisine çok inanırım. İbret almak, ders çıkartmak, duygulanmak derken; ’’ - aman bunlar hep film , benim başıma gelmez’’ demek de kendini kandırmaktır. Şiddettin en ballısı başınıza gelebilir, unutmayın filmlerin özü, insanın kendisidir. Beyaz perdeye yansıyan olaylar, toplumun, bireylerin hayatlarından birer kesittir. Kadınlar da konunun en önemli ögesidir.
Sinema tarihimizi incelediğimizde, 1914’de Fuat Uzkınay’ın çektiği Ayastofonos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı isimle belgesel filmle başlayan Türk Sineması eserleri, ilk yılllarında, güldürücü, revü danslı, suya sabuna dokunmayan filmleri beyaz perdede görüyoruz,
1922’de Kemal Film tarafından çekilen, yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı ve başrollerinde Anna Mariyeviç , Refik Kemal Arduman ve Emin Beliğ Belli’nin paylaştığı Behzat Budak, Roza Felekyan, Vasfi Rıza Zobu gibi tiyatro oyuncularının da yer aldığı filmin öyküsü de gerçek bir cinayet olayıdır. Adına, Şişli Cinayeti, denen (İstanbul sosyetesinden Mediha hanımın aşığı Kemal tarafından öldürülmesidir) İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk/ İstanbul’da Bir Aşk Faciası adı ile perdeye aktarılan film, kadına şiddetin ilk kez işlediği film olarak tarihte yerini almış. Ayrıca ilk polisiye film, ilk özel şirket yapımı ve Muhsin Ertğurul’un ilk sinema yönetmenliği yaptığı film olma özelliğine de sahiptir.
1934’de İpek Film, İhsan İpekçi yapımcılığında, Muhsin Ertuğrul yönetmenliğinde, başrolünde Cahide Sonku ve Talat Artemel’in yer aldığı, senaryosunu Nazım Hikmet’in hazırladığı ve İsveçli yazar Selma Lagerlöf’ün Bataklık Kızı adlı eserinden uyarlanan ve ilk köy filmi unvanını taşıyan Aysel Bataklı Damın Kızı filmi, kadın bedeninin şiddete uğramasını işleyerek, bir aşk hikayesi anlatmaktadır. Kadının bedeni tecavüzle, ruhu ise incitilerek şiddete uğramıştır..
Erman film yapımcılığında, 1949 yılında çekilen, Vurun Kahpeye adlı film ise ilk yılların kadın imgesi üzerinde en çarpıcı filmi olur.. Yobazlar tarafından linç edilen genç bir öğretmen kızın durumunu anlatan film, Halide Edip Adıvar’ın aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılmış olup yönetmen, Ömer Lütfi Akad imzasını taşımaktadır. Başrolünde Sezer Sezin‘i izlediğimiz bu filmde, okumuş eğitimini öğretmenlik gibi kutsal bir meslekle taçlandırmış olan kadının yerlerde süründürüldüğüne, kalabalık bir gürüh tarafından taş ve sopalarla dövüldüğüne tanıklık eder, seyirci..
Kadın hikayelerinden beslenen sinemamız toplum modernleştikçe, teknoloji hızlandıkça kadına şiddeti içeren hikayeler günün şartlarının açıklığı ölçüsünde bol bol kullanılmış toplumun kanayan yaralarını kadın üzerinden rahatça izleyiciye ulaştırılmıştır.
İlerleyen yıllarda tabii günümüzde de, bu filmlerin tekrarları ve benzerleri defalarca çekilip, topluma tekrar tekrar hatırlatılmıştır.
Halıcı Kız, Elif Ana Ayşe Kız, Bedrana, Kuma, Boş Beşik, Kadının Adı Yok, Kuyu, Susuz Yaz, Gelin, Düğün, Diyet sadece birkaçı ama en önemlilerindendir.
Kadını değişik kimliklerle filmlerde, köylü kadın, şehirli kadını, çocuklu kadın, zengin veya fakir kadın, çalışan kadın, okumuş kadın, cahil kadın, ve benzerler derken, şiddet ise tüm kadın modellerinde farklı biçimlerde işlenmiştir.
Kimi zaman çok eleştirilmiş, çok alkışlanmış, çok yerilmiş, çok takdir edilmiş, kimi zaman yerden yere vurulmuş bazen de omuzlarda taşınmış bu filmlerin hemen hepsinde amaç; topluma bir şeyler verme, yönlendirme, kötülükten uzaklaştırma düsturudur. Hepsinde, ‘’-bakın bütün bunlardan hayatın içinde var, siz içinden güzel olanı seçin güzele doğruya odaklanın ‘’ söylemi vurgulanır.
Sinema filmleri üstüne düşeni yerine getiriyor, vazifesini tamamlıyor. Filmler çekiliyor, Asiye Nasıl Kurtulur, Fatmagül’ün Suçu ne, Asılacak Kadın, Yatık Emine, İffet, Meleğin Düşüşü, Martılar Açken, Saklı Yüzler ve daha niceleri…
Bizler yani izleyiciler, filmleri izlerken, neler hissederiz, ne kadar etkileniriz, kişiden kişiye değişir. Ülkemizde 1900’lerde başlayan beyazperde serüveni, şiddete karşı filmlerle her yıl artarak izleyicisiyle buluşmaya devam ederken, toplumsal kadına şiddet ne yazık ki hız kesmiyor halen yeni kadın cinayetleri çoğalarak alıp başını gidiyor. Kimi ekonomik, kimi namus, kimi ihanet, çokça kıskançlık ve aşk..
Sebep her neyse, ne yazılan romanlar, ne sahnelenen tiyatro oyunları, ne çalınan müzikler ne de çekilen filmler topluma etki etmiyor, öfke de en çok ve kolayca kadına kusuluyor..
Zaman değişiyor, gelişiyor, kadına şiddeti azaltmak için hikayeler toplumun gözüne gözüne sokuluyor yine de şiddet devam ediyorsa, mesaj yerine ulaşmamış ya da duvara çarpma eğilimi göstermektedir. Belki de içimizdeki öfke, iç güdüsel hırsla birleşip ne roman ne film ne müzik ne de tiyatro oyunu mesajı almaktadır. Hırsa yenik düşüp, şiddete devam etmektedir.
Aslında doğuştan güçlü olan zarif kadını, ister ataerkil doğu toplumu ister batı toplumu ve hatta dünya geneli kaba kuvvet ve saçma sapan sebeplerle her türlü ezip geçmektedir.
Büyük balıklar küçük balıkları hep yerler ve yemeye devam edecekler mi? Yorum sizin!
Şiddetsiz, güzel günler dileğiyle…
Selam ve sevgiler,