Hani şu bizim yargı sistemimiz var ya, devamlı ve sık sık eleştirdiğimiz.
Adam günlerce, aylarca ve hatta belki yıllarca evlenebilmek için peşinden koştuğu kadını evlendikten birkaç sene sonra niye yemeğin tuzu fazla olmuş, ya da bana sordun mu dışarıya çıkarken, o kıyafeti giyme demedim mi, onunla niye konuştun, niye güldün, şuraya niye baktın gibi bahanelerle döven, sakat bırakan ya da öldüren erkek görünümlü yaratıkların işledikleri suçları mahkemeye yansıdığında, duruşmaya takım elbise ile gittikleri taktirde indirim uygulanan. İnsanın adalet beklediği bir kurumdan caydırıcı ve örnek teşkil edecek bir karar beklerken, böyle bir adaletsizliğin karşısında bütün çektiği acıların yanına bir de çaresizce bir kez daha yıkılmasına sebep olan. Adalet mercisine başvuranın ikinci bir darbe ile karşılaşmasına içten buğuz edip öfkelenmekten ve bütün bu işe hizmet edenleri Allaha havale etmekten başka hiçbir şey yapamıyor olduğumuz durum var ya.
Sanmayalım ki adaleti sadece biz arıyor arıyor bir türlü bulamıyoruz. Dünya genelinde olan bir sorun bu adaletten bahsedenlerin, bize adalet dersi verenlerin en büyük adaletsizliği kendilerinin yaptıkları ve kimse tarafından da kolay kolay yargılanmadıkları. Çünkü onlar aldıkları kararları, bütün yaptıkları planları ve yaptıkları her şeyi takım elbiseyle yapıyorlar. Ruhu güzel olmayanın, dışardan güzel görünmek gibi bir ihtiyacı oluyor demek ki. Ben buna ambalaj diyorum. Ambalajı güzel olursa içinde de değerli bir mücevher var intibası bırakma gayreti diye düşünüyorum.
Takım elbise giyerseniz eşinizi öldürmekten daha fazla şeyler de yaşayabilirsiniz. Size hiçbir ceza verilmez, verilemez. Cezanız indirilir demiyorum, tarihte birçok örnekte olduğu gibi hiçbir ceza da almayabilirsiniz.
Bir de üstelik sizin gittiğiniz hemen hemen her yerde kırmızı halılar serilir ayaklarınızın altına. Mesela siz takım elbise giyenlerdensiniz bir de kravat takarsanız, ayağınıza da iskarpin ayakkabı olmazsa olmaz. Sene 1492 bir haber geldi size Kristof Kolomb’un yeni bir kıta keşfettiği haberini aldınız. Siz de bir heyet oluşturdunuz ve bu haberi alır almaz çıktınız yola gittiniz o topraklara. Baktınız ki orada yaşayan insanların yaşam tarzı, görünüşleri, inançları, kılık kıyafetleri size hiç benzemiyor. Siz de diyorsunuz ki, bu insanların değeri bizim değerimizle aynı değil. Bizler takım elbiseliler olarak bunların hepsini öldürmeliyiz ve topraklarına sahip olmalıyız. Birçok takım elbiseliler olarak oraya gidiyor ve insanların evlerini başlarına yıkıyorsunuz, direniş gösterenlerin ölümleri daha acılı olmalı diyerek kafalarının derilerini yüzüyorsunuz. O zamanın amansız hastalığını onlara bulaştırmak ve ilaçsız, çaresiz acı çekerek ölmelerini büyük bir zevkle seyrediyorsunuz. Tam beş asır boyunca dünyayı o insanlara dar ediyorsunuz. Sonun da hakkınız olduğunu düşündüğünüz topraklara sahip oluyorsunuz. Beş asır boyunca biriniz gidiyor başka biriniz bu işkenceyi aynı şekilde, belki başka metotlarla devam ettiriyorsunuz.
ADALET OLMADAN İNSANLIK TARİHİNDE KALICI BİR BARIŞ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Sene 2020 içinizden biri kalkıp bütün Kızılderililerden özür dileme ihtiyacı hissediyor ve bütün kendi gibilerin yaptıklarından özür diliyor. Ne düşünüyoruz hemen. A en azından özür dilediler. Özür dilediklerine göre artık tekrar etmez gibi saf bir düşünce geliyor hepimizin aklına değil mi? Ama ne oluyor? Hiçbir şey değişmiyor. Sene 1941-1945 yine takım elbiseliler olarak bu sefer uzun zamandır birlikte yaşadığınız bir başka toplumu hedef alıyorsunuz. Bu sefer sorun belki sadece dış görünüş değil ama onların inandıkları din sizin için yanlış. O yüzden bu dünyada onlara rahatlık haram diye bir karar alıyorsunuz. Hep birlikte kimin elinden ne geliyorsa onu yaparak dünyayı bu sefer de yaşadığınız kıtada sayıca sizden daha az olan o inanç gurubunu ortadan kaldırmak için elbirliğiyle kimini zehirliyor, kimini aç bırakıyor, kimini yakıp yok etmeye çalışıyorsunuz. Onunla da kalmayıp sabun üretimi gibi bir fantezi bile geliştirebiliyorsunuz yaktığınız insanların yağlarından. En hafif ceza bütün el emeklerine, kazançlarına el koyup, yerinden yurdundan edip hiç tanımadıkları başka ülkelere göndermek oluyor.
Sene 1992 bu sefer yer başka bir kıta oluyor ama siz takım elbiselilerdensiniz. Aynı şekilde insanların inançları size uymuyor. Birçok değişik şekilde öldürme fantezilerinizi burada da deneyimliyorsunuz. Başlarına çiviler çakıyor, hamile kadınların karınlarını ikiye ayırıyorsunuz. Hatta doktor ünvanına sahip bir vatandaşınız diplomasını alırken yaptığı Hipokrat yeminini hiçe sayıyor ve yedi yaşında bir kız çocuğunun canlı canlı derisini yüzüyor. Kendisine bunu neden yaptığı sorulduğunda, böyle bir yöntemle bir insanın ölümünün kaç dakika süreceğini test ettiği cevabını alıyorsunuz. Bu kişi ceza almadığı gibi başka takım elbiseliler tarafından korumaya alınıyor.
Yine 1992-1995 Avrupa’nın ortasında yaşayan yine azınlıkta olan başka bir inanca sahip olmaktan başka hiçbir suçu olmayan halkın katliamı. Yine her zaman olduğu gibi kadınların, kızların tecavüze uğradığı, sırf farklı inançları yüzünden toplu katliamların yaşandığı üç buçuk yıl. Toplu mezarları, yaptıkları katliamları inkâr etmek için gizlemeye çalışıyorlar ama nafile. Mavi kelebekler adeta hep bir ağızdan yüksek sesle yalan söylediklerini haykırıyorlar bütün dünyaya. Bütün yalanları ortaya çıkıyor. Katliamı planlayan yargılansa da bütün destekçileri elini kolunu sallayarak hala dolaşıyorlar ortalıkta.
TARİH İNSANOĞLUNUN NE REZİL VE NE İKİYÜZLÜ OLDUĞUNU ORTAYA KOYAN KESİN BİR BELGEDİR
Asya ülkesi daha önce 1979’da ardından bunu 2003 de on yılı aşkın bir süre aynı ülke farklı takım elbiseliler tarafından yeniden yaşamak zorunda kalıyor. Bu sefer de bize kafa tutan kişi, ya da kişiler bu topraklarda doğmuş, bu halkın insanları diye yazılıyor birçok kadının çoluk çocuğun, binlerce insanın ölüm fermanları. Hedef sözde bir kişi, öldürülenler ise binlerce masum insanlar. 2003 yine biz takım elbiseliler dünyanın efendileriyiz, biz izin vermediğimiz takdirde sizler birçok şeyi yapma hayalini bile kuramazsınız demiyorsunuz. Kimyasal silahlar üretiyor. Kendi halkına eziyet eden bir diktatör ve bizim takım elbiseliler olarak o ülkenin halkını o cani diktatörden korumamız gerekiyor. O yüzden onu ortadan kaldırmamız gerekiyor diyerek, o ülkenin insanlarını korumak istiyormuşsunuz gibi o ülkeye barış götürüyoruz diyerek girip, evlerden tek tek erkeklerin başlarına çuvallar geçirerek alındığı, kadınların, kızların tecavüze uğradığı, kısacası yine dünyanın gözü önünde insan kanının oluk oluk akıtıldığı bir sene oluyor. Bunu yapanlar da, destekleyenler de cezasız kalıyorlar.
2011 önce içerden çökertilip, sonra dışardan barış getirmek adına insanların başlarına bombaların yağdırıldığı, halada ortada bir barışın olmadığı, tam tersine bütün yeraltı kaynaklarına el konulmuş belini bir türlü düzeltemeyen, uzun süre de düzeltemeyecek duruma getirilmiş bir ülke. Başına terör diye bir belayı musallat edip sonra da o teröre karşı mücadele ediyoruz diyerek giriyorsunuz birilerinin ülkesine, evine. Oradaki değerleri daha kolay ele geçirebilmek adına insanları kendi ülkenize sığınmacı olarak kabul ediyor, aranızda kim daha eğitimli olanları alacak gibi bir tartışmadan sonra, eğitimli, eğitimsiz ama adaletli bir paylaşım yapma kararında birleşerek bir kısmını paylaşıyorsunuz geri kalan sizi çok da ilgilendirmiyor çünkü bazı işlerde çalıştıracak kadar insan aldığınız için konu sizin için kapanıyor. Geri kalanlar büyük, küçük, bebek bile olsalar cesetlerin sahillere vurması falan sizi çok da rahatsız etmiyor. Çünkü sizler takım elbiseliler olarak yaşama hakkınız var ama onlar sizin gözünüzde zaten değeri düşük insanlar, ölseler de önemi yok sizin için. Üstelik bu şekilde bir de dünyaya iyilik meleği görünümü veriyorsunuz. Şu kadar sığınmacıya kapımızı açtık diyerek. Kimse bu kadar insanı neden yerinden, yurdundan ettiniz, niye bunca insanın canına acımasızca kıydınız diye sormuyor. Çünkü siz herkesin gözünde iyilik yapan, barışçıl insanlarsınız bu giydiğiniz takım elbiseden belli zaten.
Bu kadar suç işleyenlerin, katliam yapanların, dünyayı adeta kana bulayanların hiçbirine ne hırsız ne arsız, ne terörist, ne katil, ne ruh hastası denilmedi, denilmiyor. Bırakın ceza indirimini, hiçbir ceza almadıkları gibi her gittikleri yerde kırmızı halılar seriliyor ayaklarının altına.
Sonra kalkıyor birileri, asıl suçluları değil de ülkesinden canını kurtarabilenlerin geldikleri ülkelerde bütün örf ve adetlerinden vaz geçmelerini, verilirse ellerine bir parça ekmek ona şükredip sessiz, sindirilmiş bir şekilde suya sabuna dokunmadan yaşayıp gitmek istemeyenleri yargılıyor. Gücünüz yetiyorsa onların ülkelerini, evlerini işgal edenleri, daha doğrusu dünyalarını altüst edip onları bir kabuk ekmeğe muhtaç bırakanları yargılayın. Ceza indiriminden rahatsız oluyorsanız, hiç cezasız kalanları, bir de üstüne üstlük o kişilere ödül verenleri kınayın. Ondan da rahatsız olun bir zahmet. Hani mademki adalet istiyoruz. Herkes için istememiz gerekmiyor mu? Bir gün bizim de ihtiyacımız olmadan hakkı ve haklıyı savunmamız gerekmiyor mu?
2022 daha ne kadar devam edecek belli değil. Büyük başların güç savaşı aslında bu savaş ve yine masumların çaresiz bırakıldığını seyrediyoruz hep beraber. Savaşın ana sebebi, sen bu bölgeye yeterince hükmettin, sömürdün. Yani kısacası küçük ve zayıf olanların kimin kontrolünde olacağına dair güçlülerin gücüne güç katma çabaları için canlarını kurtarmak amacıyla yerinden, yurdundan edilen insanların mağdur bırakılmasını, ölümünü izliyoruz. Kısacası, büyük balıkların küçük balıkları yutma kavgası.
1948- 2024 daha ne kadar sürecek bilinmiyor. Görmek isteyenin gördüğü, görmek istemeyenlerin ise haklıyı suçlu, suçluyu haklı görmek ve göstermek için elinden geleni yapmaya çalıştığı bir güncel durum. Filistin’e İsrail’in yaptığı insanı insanlığından utandıracak derecede ağır ölümcül saldırılar. Her on dakikada bir çocuğun, bir bebeğin hunharca öldürülmesini, bir o kadar da sakat bırakılan insanları bütün dünyanın seyrediyor olması. Birçok ülke politikacılarının ise bu katliamı desteklediklerinin, sessiz kalmalarının karşısında biz dünya insanları olarak rengimiz, dinimiz ne olursa olsun aynı acıyı aynı ölçüde yüreğinde hissen insanların çaresiz bırakılıyor olmamız. Elimizden gelen tek şeyin bulunduğumuz ülke ve şehirlerde sokaklara dökülerek protesto yapmak, belki katilleri ve destekçilerini bir nevi maddi zarara uğratmak adına yapılan boykotlara katılmak gibi davranışlar sergileyerek masumların yanında olduğumuzu bütün dünyaya göstermeye çalışıyoruz. Ve ilginç olan, her bir Filistinlinin dünyaya gözlerini kapatıp ruhunu teslim etmesi dünyada bir insanın gözünün açılması durumunu yaşatıyor adeta. Oradaki her bir bebeğin ölümü bin insanın dirilişine şahit olmamıza vesile oluyor.
KISA ÇÖP UZUN ÇÖPTEN HAKKINI ALIR ELBETTE
Orada her dünyası başına yıkılarak dünyayı terk eden beden dünyaya bir ışık yakıyor. Artık insanların büyük bir kısmı savaşlarda olduğu gibi öldürenin öldürme sebebini kabul etmiyor. Çünkü bu saydıklarımın hiçbiri savaş değil. Savaş iki ülkenin askerleri arasında gerçekleşen çatışmanın adıdır ve onun da bir kuralı vardır. Bunların hepsi savunmasız, masum insanlara yapılan saldırılardır. Savaş olsa bile bir savaş suçu olarak kabul edilir. O yüzden içinde vicdan taşıyan, yüreği sevgi dolu olan herkes bu saldırıları yapanları kınıyor ve suçlu olduklarını söylüyor.
Tarihi her zaman savaşı kazananlar ve en çok insan öldürenler yazar. Haliyle kendilerini haklı gösterirler. O yüzden herkesin kafasında geçmişe yönelik birçok soru işaretleri uyandırıyor. Bu son olaylar çocuk, büyük, kadın erkek, yaşlı, genç demeden o bölge halkına yaşatılanlar, bize asırlardır tarih diye ezberletilenlerin doğru olup olmadığını sorgulamamıza sebep oldu. Geçmişte neler yaşandı, bize neler anlatıldı? Ya da hala anlatılıyor. Bütün dünya demeyeceğim ama bütün dünyadaki güzel yürekleri birleştirdi, o daha ağzı süt kokan yavruların bedenlerini parçalayan bombalar. Herkes şunu anladı; dünyanın sorununun aslında inanç, kültür, ırk, mezhep, kılık ve kıyafet olmadığını. O sadece takım elbise giyenlerin, kendilerini dünyanın efendisi sandıkları, yalancı, iftiracı, hastalıklı düşünce yapılarından kaynaklı ve sadece onların kendi sorunları olduğunu görmemize vesile oldular. Aslında biz dünya insanları olarak sevgiden, saygıdan, adaletten, hoşgörüden yana olduğumuzun farkına varmamıza yardımcı oldular.
Sanıyorum bu durum birçok şeyin değişimini de beraberinde getirerek yeni bir dünya düzeninde büyük ölçüde rol oynayacak.
Dünyanın geri kalan ömrünün barış ve dostluk içinde geçmesini yürekten arzu ediyorum.