Albert Cossery’in “Tanrının Unuttuğu İnsanlar” kitabında anlattığı sefaletin çok daha derinini farklı boyutlarda bugün Afgan kadınlar yaşıyor.
Afganistan denilince aklıma, tramvay durağında karşılaştığım, kucağında ağlayan çocuğuyla gözleri siyah ve ürkek, ruhu asil ve yorgun Afgan kadın gelir. Oldum olası esmer benizli çocukları sevmişimdir. Bu nedenle kadının yanına gidip konuştum kendisiyle. Sağlık ocağına gelmiş fakat muayene gününü yanlış anladığı için çocuğunu muayene ettiremeden evine geri dönüyormuş. Bu, gözü tok, ruhu asil, mazlum kadın ve kucağındaki ağlayan çocuğu için üzülmüştüm o gün. “Kendi ülkesinde olsa, kendi diliyle konuşsa bu kadar masum ve mazlum olur muydu?” diye.
Bugünlerde ise “Kadın ve ailesi iyi ki Türkiye’ye gelmiş.” diyorum çünkü Taliban’a ülkeyi yönetme meziyeti yani kadınlara, çocuklara, yaşlılara, erkeklere hatta tüm yaşayan canlılara cehennemi yaşatma rolü verilmiş.
Günümüz teknolojisi sayesinde bir kısmını öğrenebildiğimiz, gördüğümüz yürek burkan görüntülere her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Hafızamda kalan çarpıcı görüntülerin ilki Afgan Komedyen Nazar Muhammed’in kafasının kesilerek öldürülmesi, ardından başsız cenazenin arabanın arkasında duran küçük çocuklarına verilişi. Sonra fakirlik yüzünden ailelerin, özellikle kız çocuklarını kendilerinden kat be kat büyük kişilere satması. Evet, birkaç ay karınlarını doyurabilmek için bir ömrün satılması. Varın, ömür denilince içinde nelerin olduğunu siz düşünün. Aileler de çaresiz, “En azından sattığım çocuklarımın karnı doyar.” diye düşünüyor.
İNSANCA YAŞAMAK VÜCUT BULSUN
Bir diğeri, kadınlara periyodik olarak getirilen yasaklar. “Yok şunu giyecekler, yok yanlarında erkek olmadan dışarı çıkamayacaklar, yok şu okula gidemezler.” gibi akıl dışı uygulamalar yer aldı. Şimdilerde de kız öğrencilerin üniversiteye gitmesi yasaklanmış. Tüm bu ve daha fazla yaşanılanın vahametinin farkındaydım ama kadınların üniversiteye gitmesinin yasaklanması, bu durumu kendi hayatımla bağdaştırmama neden oldu, yaşanılanları daha net görmemi sağladı. Yıllar sonra yeniden hem de spesifik bir meslek olan gazetecilik bölümünü okuma maceramı düşündüm. “İş bulamazsın, bu işte para yok, cezaevine girersin.” gibi bir sürü absürt söyleme karşı “Okumak istiyorum.” dedim ve okudum. Bu olaydan kendime mutluluk devşirecek hâlim yok tabii fakat insanın özgür ve hür bir şekilde karar vermesinin sunduğu keyfi dünyada hiçbir şeyin sağlamayacağını bilirim. Hem bundan daha doğalı ne olabilir ki? Kendi hayatın için kendi kararını veriyorsun. Düşünebiliyor musunuz? Şimdi bir düşünün. Birtakım adamlar sürüsü, hayatınızda hiçbir yeri ve anlamı olmayan kişiler “Artık okumayacaksın.” diyor yani bu dünyada “Benim için yaşayacaksın, ben ‘Yok.’ diyorsam yok.” diyor. Aslında seni karşısına alıp sormuyor, tartışmıyor bile. Bunu inancı gereği yaptığını da ekliyor. Onların açısından bu duruma bakılsa dahi bu durum Allah’a şirk koşmaya girmez mi? Bu tablo, birtakım adamların böyle istediği gerçeğiyle şekilleniyor. Peki, onca salt fakirliğin arasında kendini gerçekleştiremeyen kadın ne yapacak? Tahminen, öylesine biriyle evlenip öylesine çocuklar dünyaya getirecek. Bir jenerasyon mutsuz ve keşkelerle dolu bir hayat yaşayacak. Çocuklarına neden okuyamadıkları gerçeğini anlatan hüzün dolu hikâyeler bırakacaklar.
Tüm dünya, Dünya Kupası denilen zırvalık ve benzerleriyle kendi ruhunu meşgul ederken bu yaşanılan acılar normalleştirilip kanıksanmış durumda. Bu zulme maruz kalan insanlar zinciri kırmaya çalıştığında çok şey değişecek elbette. Mücadele, bu zihniyet yapısı ve hâkim güç ile ne kadar sürdürülebilir ki? Hem nasıl baş edeceksin, dağdan inmiş, medeniyet nedir bilmeyen bu insanlarla?
İçinden çıkılması zor olan bu çaresiz durum karşısında tüm duygusal yanımla “Kopsun kıyamet ve bu mizojini yani kadın düşmanlığı bitsin.” diyorum. Bu düzen, yerle bir olsun. Dünya yeniden var olacaksa eğer bir zalimin yerini başka bir zalim almasın. İnsanca yaşamak vücut bulsun.