Bu defa; BERLİN değil de İSTANBUL.
Senaryo bu ya. Yıl 1961 diyelim.
Türkiye Batı’nın gözünde Hasta Adam gibi görülmek isteniyor.
Kafalarda fes, kafa içindeki bilgileri de Arapça alfabeden toplanmış.
Senaryo bu ya!
Yoksa bu senaryo Batı’nın özlemi olabilir mi?
Lübeck’in tarihi tiyatro binası sahnesinde bu akşam, geriye çevirdiğimiz zaman diliminin 60’lı yıllarında, yoksul ve işsiz Almanlar Türkiye’ye çalışmaya geliyorlar.
Basın hüviyetimle izlediğim oyunu, oyun sonunda, oyuncularla da görüştüm ve de oyunun akışını sizlerle paylaşıyorum.
Konu İstanbul’da geçiyor.
Lübeckli 49 genç Alman erkeği, işsizlikten dolayı, savaş sonrası büyük bir ekonomik büyüme ve ihracat patlaması yaşayan Türkiye’de çalışmak için başvuruyorlar.
Türkiye ihracat fazlası veren bir ülke olmuştur ve işgücüne ihtiyacı var.
Türk doktorları tarafından donlarına kadar sıkı bir sağlık muayenesinden geçen Almanların arasından sadece KLAUS (Michael Fuchs) sağlık muayenesini kazanıyor.
Zamanı geri çevirmişler. Yıl 1961, işsiz Alman Klaus İstanbul’a çalışmaya gidiyor.
Klaus’u karşılayan düzenbaz tercüman İSMET (Henning Sembritzki), Klaus’u İstanbul’un BALAT semtine, oturulmayacak bir kulübeye, yüksek kira ile yerleştiriyor.
Klaus dolandırıldığını anlar anlamasına da, yapacak bir şeyi yok.
Almanya’nın Lübeck kentinde eşi ve 3 aylık kızını bırakan Klaus, Balat pavyonlarının birinde ELA (Susanne Höhne) adlı bir kadına aşık olur.
Zaman; 1960’lı yıllara geriye çevrilmiştir.
Bünyanlı evli çoluk çocuk sahibi ALİ’nin Köln’de EVA ile yaşadığı aile dramını, Klaus İstanbul’un Boğaziçi’nde yaşamaktadır.
Klaus, Türkçe de öğrenmekte, bıçkın Türk gençleri gibi, gömleğin iki düğmesi açık, boynunda ve bileğinde altın halat zincirlerle dolaşır. Klaus İstanbul’un yaşamını sevmiştir. Bıyık bile bırakır.
Tam o günlerde Klaus’un karısı LUISE (Sara Wortmann) Türk Aile Birleşimi Yasası kapsamında İstanbul’a gelir.
Gelir gelmesine de; Klaus Ela’nın pavyonunda zil zurna sarhoş olur ve karısını Sirkeci garında karşılamayı unutur.
Yıllar geçer, Luise hayallerinde olan evi Wakenitz nehri kenarındaki arsalarına yapıp, Lübeck’te yaşamak ister.
İstanbul artık oturulacak gibi değildir. Betonlaşmalarla İstanbul’a “ihanet” edilmiştir.
Zaman akıp gider. Klaus Hakk’ın rahmetine kavuşur. Ve de vasiyeti gereği ölüsü yakılır.
Yakılır da; kavanoza doldurulan külleri ne olacak?
Küller, Baltık denizine mi, yoksa Boğaziçi’ne mi döküleceği konusunda büyük tartışmalar yaşanır.
Ben tekrar oyunun akışına dönüyorum.
Oyunda kullanılan semboller arasında FES ve ARAPÇA YAZILAR da vardır.
Oyunda rol alan erkekler FES giymektedir. Sahnedeki sandık ve çuvalların üzerinde ARAPÇA YAZILAR sembolize edilir.
Türkiye’de zaman, 1960’lı yılları gösteriyor.
Oysa o sembolleri biz Cumhuriyet ile, tarihin çöplüğüne gömmüştük.
Alman oyuncular, değişik Türk müzik aletlerini kullanan oyunun tek Türk oyuncusu Ali Kemal Örnek’in eşliğinde, oldukça güzel ve farklı şivelerle Sezen Aksu’nun ve Tarkan’ın şarkılarını söylüyor ve izleyicilere de eşlik ettiriyorlar.
Oyun sonunda tiyatro lokantasında rejisör, oyuncular, danışman ve tiyatro müdürü ile de görüşüp, sohbet ediyorum.
Beğenilerimin yanı sıra eleştirimi de yapıyorum.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Erkeklerde Kıyafet Reformu / Şapka Kanunu” ve de Latin Alfabesi’nden oluşturduğu Türk Harfleri’nden “Harf Devrimi” ile FES’in 27.8.1925, ARAPÇA HARFLER’in de 01.11.1928 tarihinde kaldırıldıklarını ve Türkiye’yi bunlarla sembolize etmenin yanlış olduğunu söylüyorum.
Müdür ve sanatçılar üzülüyorlar, rejisör kıvırıyor.
Danışman ise; Türkiye’nin haritadaki yerini bilse de, sınır komşularını bilemeyecek ve Türkiye tarihinden bihaber, tiyatroya 2 aylık bir staj için girmiş, 21 yaşında liseyi de yeni bitirmiş bir Türk genci.
Tiyatro müdürüne hitaben bugün, oyunu eleştiren bir yazı hazırlıyorum.
Yazıyı hazırlarken de, liseden edebiyat öğretmenim, döneminde Türkiye’nin önemli tiyatro eleştirmeni merhum Yüksel ERKEKLİ’yi hatırlıyor ve anıyorum.
Yüksek Erkekli derdi ki; gülmek için gideceğiniz tiyatro oyununda, köftehor rejisör, aslında eser yazarını bile şaşırtacak şekilde incelikleri işler, topluma farklı mesajlar vermek ister.
Yıl 1961!
Rejisör Pit HOLZWART oyunda kullandığı bu sembollerle: “Türkiye halen Osmanlı’dan kalma bir Ortadoğu ülkesidir” mi demek istiyor?