Sabahın geceye kavuşmasına birkaç saat kala dışarda uzunca boylu iki genç birbirini kovalıyordu. Kuş sesi ve huzur veren gülüşmeleri yüzüme tebessümü yerleştirmiş, içime ferahlık vermişti. Uzun zamandır gülerek kovalamaca oynayan genç çocuklar görmemiştim. Ne garip!
Henüz akşam yeni olmuşsa da gülerek birbirini kovalayan gençlerin sesi bir anda bıçak keser gibi kesildi. Yeni başlayacak akşam zifiri karanlık oldu.
Gençlerle aramdaki mesafe açılmıştı. Kafamı çevirip arkama baktığımda, siyah, lüks bir araç, gülerek birbirini kovalayan o gençlerin önünde durmuştu. Gençler, kendilerini görmemesi gereken o kişinin görmesinin verdiği korku ve mahcubiyetle elleri önünde, omuzları düşmüş bir şekilde bakıyorlardı. Araçtan inmeyen kişi, gençlere azarı çekmişti. Bu dünyaya göre fazla iyi niyetli olduğumun bir kez daha kanıtı olacak o saf düşüncemce, yolun kenarından koşmalarına rağmen kazaya sebep olacaklar diyeydi herhalde; o esrarengiz kişinin azarı.
Araç hızla ilerleyerek benim bulunduğum mesafeye geldi. Bir otomobil tamir dükkanının önünde durdu. Gençler de hızlı adımlarla dükkânın kapısına geldi. Elleri önlerinde, kafaları eğik bir şekilde kendilerinden kısa boylu adamın azarını yemeye devam ettiler. Ben de yavaş adımlarla yürürken istemsizce bakmaya devam ettim.
Gördüğüm manzara içimi daha da burktu. O güzelim gençler, sanayide "eti senin kemiği benim" mantığıyla hâlden anlamaz, üslup bilmez bir patronun yanında çalışanlarmış. Bu sonradan görme adam azarla da yetinmedi, o yaşama umut veren gençlerin kafalarını birbirine tokuşturdu. Bir de tokat atacak olurken ben daha fazla bakmaya dayanamayıp kafamı gidiş yönüme çevirdim ve hızlıca yürümeye devam ettim. Tekrar baksaydım, biliyordum, gidemezdim. Görmemek, duymamak ve belki de artık bakmamak benim de lanetimdi. İçimden okkalı bir küfür ettim. Oysa küfür etmek bana göre etik değildi. Ama şair Can Yücel'in de söylediği gibi:
"Bana şiirlerinde küfür etme diyorlar usulsüz.
Lan bu kadar o..... çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz?"
O genç çocuklar nezdinde tüm çocuklara da, saf çocuk yanlarını hiç öldürmeyenlere de Ahmet Kaya'dan dinlediğimiz, ancak sözleri Nevzat Çelik’e ait olan “Şafak Türküsü” şiirinin şu dizelerini armağan etmek isterim: “Yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak, ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
Anavarza kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim."
Hiçbir savunma o gençlerin hikâyesini anlamlandıramaz. Bir tokat, bin nasihatten iyi değil. Hiçbir mutluluk, acı övmeye yeğ değil. Kendi hâlinde, kendilerince beş dakikalık eğlenceyi cehenneme çevirme özgürlüğüne sahip değil. Tıpkı her gün sokakta, çöp konteynerinin içinde daha hayatının 8'inde karton toplayan o çocukların o şekilde yaşamalarını normalleştirmenin özgürlük olmadığı gibi. "Sen de çok idealistsin. O çocuklar var ya ne para kazanıyor. Hayata erken başlamak en iyi." Yağlamalarını yaparak nereye çevirsen onu haklı bulacak zamane vicdanlarınızın sesini lütfen artık şuursuzca dillendirmeyin.
Biyolojik ya da psikolojik olarak o çocuğun henüz gelişmekte olduğu bedeni, ruhu, beyni bunu kaldıramaz. Bunu anlamak için tıp fakültesi bitirmeye gerek yok. Peki, bu sorunları yaratmayacak olan devlet nerede? Hadi baş edemediğin bir nüfus patlaması oldu ve bu sorunlar baş gösterdi. Buna çözüm önerin nerede? İktidar olmak, her konfora otomatikman alışmak olsun diyelim. E, peki bunları denetleyecek muhalefet nerede? Gördüğümüz kadarıyla hangi koltuk malum yerime iyi gelir yarışındalar.
2007 yılında liseyi bitirdim. Hocalarım, "Ülkemiz gelecek vaat eden bir ülke. Gelişmek üzere. Genç nüfusu çok." derdi. Bu edebiyatı dinler, umutlanırdım. Lan, geldik 2024'lere ne genç ne umut bıraktınız. En kötüsü de mücadele edecek gençleri de kendinize benzettiniz. İki dakika koşup eğlenen gençleri güya iş ahlakı diye yutturup hor gördünüz. O gençler de muhtemelen ileriki yaşlarında kendilerine davranıldığı gibi davranacak. Çünkü ha bire kendi doğrularınızı dikte ettiniz.
Bıktı bu halk sizin rant kavgalarınızdan, iğrenç siyasi argümanlarınızdan. İki kelime dürüst konuşanı yok edip yanınıza çekmenizden. İnce kibrinizden, kendinizi üstün görmenizden. Bu halk, boş umut sözleriyle değil, kararlılığıyla ezecek sizi.
Sevgiler!