Yasemin Murat Arslan

Tarih: 24.11.2025 17:26

KENDİNE GÜVENMİYORSAN, BAŞKASINA DA GÜVENME

Facebook Twitter Linked-in

Türk filmlerinde bazı insanlar vardır; mahallede kabadayılık yapan, mahallenin bekçisi görevini üstlenen tipler. Bu tiplerin gerçek hayatta da var olduklarını düşünüyorum. Çünkü filmler, insanların hayatlarından, bulundukları coğrafyadan ve o coğrafyanın kültüründen esinlenerek kurgulanır.

Filmlerde gördüğümüzden yola çıkacak olursak, çoğu zaman herhangi bir yardım talebi olmadan da bu mahallenin sorumluluğunu üstlenmiş kişi ya da kişiler (bana göre çeteler), insanların başkalarıyla olan sorunlarını çözmek adına her olayın içinde bulunurlar. Yani her şeye maydanoz olurlar.

Bir de bazı mahalle sakinleri vardır; o maydonozların olmadığı yerde her türlü sorundan ve sorumluluktan kaçarlar, tabiri caizse tırsarlar. Ama eğer yanlarında mahallenin maydonozu varsa ve kendisinin tarafını tutacağını biliyorsa, işte o zaman karşısındaki muhatabına karşı güçlü rolüne bürünür. Yine tabiri caizse abartılı bir şekilde horozlanır.

Bakıyorum da, aslında bu sadece bizim kültürümüz değil. Bu durum sadece mahallede yaşanan bir durum da değil; dünya genelinde, insanların yaşadığı her ülke ve kültürde yaşanan bir durum.

Aslında psikolojik açıdan bakıldığında, yardımcı olmaktan ziyade bir ego tatmin ihtiyacını karşılamak adına sergilenen bir gösteridir. Hani belki duymuşsunuzdur; köyün belalısı bir gün bir kahveye gelir ve “Heeeyyt, var mı bana yan bakan?” der. Orada bulunan insanlardan en pısırığı da onun yanına gider ve “Heeeyyt, var mı ikimize yan bakan?” der ya. İşte durum tam da böyle.

Biri egosunu tatmin etmek adına kabadayı (belalı) rolünü üstlenir. Diğeri kendini zayıf hissettiği için aslında korkar. Kurban olma korkusundan dolayı ya maduru oynamayı tercih eder ya da bu durumda kabadayı onun arkasında durur; bunun belki de bilincindedir. Hal böyle olunca da, birilerinin kollarının, kanatlarının altına girip kendini emin hissetmeye çalışır. Bu durumun farkında olan ego sahibi ise, maduru oynayanın korkaklığı üzerinden egosunu tatmin etmeye çalışır.

İşte şu an dünyada yaşanan bütün savaşların arka planında bu iki kişilik bozukluğu yatıyor. Olay ne derece vahim olursa, ego o derecede büyük oluyor. Ego ne kadar büyük ise, olaylar da o derece yıkıcı oluyor. Sonuçta kendisini kahraman ilan ettirebilmesi için önce “Ben ya da biz senin ya da sizin arkanızdayız” diyerek ateşin körüklenmesi gerekiyor. O zamana kadar her türlü yardım yapılmalı. Ateş iyice alev aldığında, daha büyük bir alana yayılmış olacak. Sadece pısırıkları değil, insanların büyük bir kısmını korku sarması gerekiyor. Dışarıdan bakıldığında tam bir dramatik durum oluşacak ki, olayı yatıştıran, sorunları çözen ve masumların acılarını dindiren rolünü üstlenen ego sahiplerine birileri madalya verecek duruma gelsin.

Sadece alkış değil; beklenen, aynı zamanda da kendi gücüne güvenemeyen ama arkasında güçlü birini gördüğünde boyundan büyük işlere kalkışan, kendi aklı yerine başkalarının aklına güvenen o zavallıyı, şimdi çıkarılan o yükseklerden yere bırakmak. Bundan sonra onunla ilişkileri daha sıkılaştırarak, o egoyu devamlı taze tutmak, kalıcı hâle getirmek gerekiyor. “Ben olmadan sen bir hiçsin” mesajını vererek zayıf olanların üzerinde uzun vadeli baskı kurmak çok önemli. Kurduğu baskıyla artık avucunun içine almak, bütün iplerin kendi elinde olduğundan emin olmasını sağladığında, kendi kendisiyle bile gurur duymaya başlar. Her o yaşananlar konu olduğunda, açılan yaralar sarılmaya, iyileştirilmeye çalışıldıkça, ego sahibinin egosu tavan yapar. Adının artık iyi ya da kötü, her hâlükârda tarih kitaplarında yer alması, onun bütün bu yaptıklarının en büyük ödülü olacaktır.

Biz biz olalım; başkasının ipiyle asla bir kuyuya inmeyelim derim. Kendi aklımız ve kendi gücümüz ölçüsünde hareket edelim ki saygınlığımızı koruyabilelim. Kendine güvenmiyorsan, başkasına da güvenme. Huzur dolu bir dünyada yaşamak dileğiyle. Hoşçakalın.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —